Genelkurmay’ın Ergenekon mahkemesine gönderdiği, Bilgi Destek Dairesince hazırlanan “Psikolojik hedef: TSK din düşmanı değildir” başlıklı belgede, TSK için yapıldığı iddia edilen “din düşmanı” propagandasını aşmak için yapılacak karşı propaganda ile ilgili epeyce madde yer alıyormuş (Taraf, 4.3.13).
27 Nisan e-muhtırasının ardından hazırlandığı belirtilen belgede, “İcra edilecek faaliyetler” başlığı altında yapılması planlanan çalışmalardan biri, TSK personelinin kalabalık bir kitle olarak cenaze namazına iştirak etmesi, bir kısmının vakit namazına da katılması ve üst düzey emekli personelin camiye gittiğine dair haber yapılması.
Ama aynı belgede muvazzaf üst düzeylerin uygulama dışında tutulmasına ilişkin kayıtlar var:
“Uygulamanın domino etkisi yaratabilecek niteliklere haiz olması nedeniyle, üst düzey yöneticiler bu uygulamanın içerisinde olmamalıdır.”
Gerekçe: “Rütbeli personelin bir kısmının öğle namazına katılması uygun olmayabilir. Bu durum, ‘Dincilere taviz veriliyor’ gibi algılanabilir.”
Dahası, domino etkisi. Yani üst düzey komutanlar camiye gidip vakit namazı kılarsa, alt kademelerde herkes camiye koşar, önü alınamaz!
Buna karşılık, rütbeli personelin “sivil olarak” camiye gittiğine dair haber yapılması isteniyor.
Bütün bunlar, TSK karargâhındaki zorlu ikilemin hâlâ tam olarak aşılamadığını gösteriyor.
Bir tarafta “din düşmanı” olarak görülmeme hassasiyeti, diğer tarafta “Rütbeli personelin camide namaz kılması ‘dincilere taviz’ olarak algılanabilir” kompleksi ve üst düzey komutanları “cami açılımı”nın illa ki dışında tutma gayreti...
Böyle bir “zorlanma”ya ne gerek var?
Kara Kuvvetleri eski komutanlarından, rahmetli Muhittin Fisunoğlu, generallerin görevdeyken de, görev dışındayken de Cuma namazına gitmediğini, bir generalin Cuma’ya gitmesinin orduda doğal karşılanmadığını söylemiş; “Cuma kılacaksam emekli olunca kılarım” demiş; biz de bu anlayışı 8.5.1998 tarihli yazımızda eleştirmiştik:
“Böyle bir anlayışla ordu-millet kaynaşması olur mu? Bir generalin, namazını camide halkla iç içe kılmasının orduya, ülkeye ve millete ne gibi bir zararı olabilir?” (Zulüm Devam Etmez, s. 115).
Öte yandan, belgedeki “namaz açılımı”nın 27 Nisan sonrasında geliştirilen yeni bir yaklaşım olmadığını, 28 Şubat’ın en sıkı dönemlerinde de benzer uygulamaların görüldüğünü belirtelim.
Nitekim 1998 Mayıs’ındaki bir şehit cenazesinde o dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Tümg. Erol Özkasnak’la iki korgeneral de saf tutmuş; medyada “Generaller namazda” manşetleriyle duyurulan bu katılım için Org. Çevik Bir, “Orduda isteyen herkes namaz kılabilir. Bizim sizden ne farkımız var? Biz din düşmanı değiliz” şeklinde açıklamalarda bulunmuştu (Age, s. 114).
Biz de bu tavrı “arkasının getirilmesi şartıyla ümit verici bir işaret ve başlangıç” olarak yorumlayıp, “Çünkü halk, bağrından çıkan ordunun her seviyedeki mensubunu her vesileyle arasında görmek ve bağrına basmak istiyor” diye yazmıştık. Bu görüşümüzü bir kez daha tekrarlıyoruz.