AYM’nin Can Atalay için verdiği “hak ihlali” kararına Yargıtay’ın tepkisinde asıl hedef, AİHM’in Yalçınkaya kararı.
Bu kararla, Yargıtay’ın 15-20 Temmuz sürecinde onadığı bütün mahkûmiyetler, dayandırıldıkları kriterlerle birlikte ıskartaya çıktı. AYM Yalçınkaya kararının gereğini hâlâ yerine getirmemiş olsa da, Can Atalay davasındaki duruşuyla, sonuç olarak temelde o kararla örtüşen bir tercih yapmış oldu.
İşin özünde, terör tanımındaki farklılık yatıyor. 15-20 Temmuz yargısı terör tanımını iyice çığırından çıkararak, terörle uzaktan yakından en küçük bir alâkası olmayan insanlara “terörist” yaftası vurdu. Hukukîlikten çok uzak siyasî ve keyfî kriterlerle oluşturulan “cemaat eşittir terör örgütü” formülü üzerinden, görülmemiş hukuksuzluklara imza atıldı ve inanılmaz mağduriyetlere sebebiyet verildi.
Dahası, iş hedefteki cemaatle sınırlı kalmadı, çok farklı dünya görüşlerine ve siyasî tercihlere sahip oldukları halde muhalif duruşları veya biat etmeyişleri sebebiyle başka birçok insan da aynı kefeye konularak tasfiye edilmeye çalışıldı.
Merhum Demirel’in DYP Genel Başkanı olarak 1987’de Meclisteki bütçe konuşmasında “Temel hak ve hürriyetleri, özlük haklarını ilgilendiren konularda çıkarılamaz” deyip 28 Şubat’ta cumhurbaşkanı olarak geçit vermediği, halefi Sezer’in de uygun bulmayıp geri çevirdiği, ama 20 Temmuz OHAL sürecinde Erdoğan’ın imzasıyla yürürlüğe konulan KHK’larla nice insanın en temel kazanılmış hakları gasp ve nice aile perişan edildi.
“Terör örgütü üyeliği veya propagandası” suçlaması, bütün bu hukuksuzlukların dayanağı yapıldı. Ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen mahkûmiyet kararlarının onanıp infaz edilmesinde de Yargıtay’ın, daha önce 16. Ceza Dairesi olarak görev yapan, ama o dairenin kapatılmasıyla 3. Daire olarak devam eden birimindeki heyet kilit bir rol oynadı.
AYM, son örneğini Can Atalay dosyasında gördüğümüz bazı “terör” davalarında verdiği “hak ihlali” kararlarıyla bu işleyişin tekerine çomak soktuğu için hedef oldu.
Ama asıl hedef, dediğimiz gibi AİHM. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin “muhtıra”sına destek veren, ceza hukukçusu Prof. Dr. İzzet Özgenç’in “hukukçu geçinen çakallar” olarak nitelediği Saray danışmanlarının, Ümit Kardaş’ın “tam bir hezeyan” dediği “yerli ve millî hukuk”tan dem vurmalarının arka planında yatan düşünce bu. Ve belli ki niyet, Türkiye’yi tek adam rejiminde iyice uzaklaştırıldığı evrensel hukuktan tamamen koparıp “Ankara kriterleri”nde ifadesini bulan resmî ideoloji kıskacına hapsetmek...