Risale-i Nur müellifi Bediüzzzaman Said NursÎ’nin küçük kardeşi ve on beş sene ondan ders alan Abdülmecid NursÎ’Yi (Ünlükul) vefatının sene-i devriyesinde rahmet dualarıyla anıyoruz.
Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Ünlükul (Nursî) 11 Haziran 1967’de ebedi aleme göçtü. İşaratü’l-İ’caz ve Mesnevi-i Nuriye’yi Arapça’dan Türkçe’ye çeviren Mütercim Abdülmecid Ünlükul’u vefatının sene-i devriyesinde rahmetle anıyoruz.
Abdülmecid Nursî, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî’nin küçük kardeşidir. Dolayısıyla o mübarek silsilenin harika hasletlerini pek çok yönüyle yansıtmıştır. Risale-i Nur’un mühim, alim ve Nur hakikatlerini nefsinde tatbik edebilen bir talebesidir. Hem hal, hem kal lisanı ile örnek alınacak bir şahsiyettir. Risale-i Nur’dan İşaratü’l-İ’caz ve Mesnevî-i Nuriye’yi Arapça’dan Türkçe’ye çevirerek, Nur hizmetine büyük katkıda bulunmuştur. Ağabeyi ile birlikte, Cihan Harbinde Ruslara karşı Bitlis ve havalisinde çarpışarak, “gazi”lik ünvanını almıştır. Hocalık vasfı ile yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Bediüzzaman, küçük kardeşi Abdülmecid için “Eski Said’in birinci talebesi bulunduğun gibi, yeni Said’in dahi Hulusi ile beraber yine birinci safta talebelerisiniz” der.
Mühim bir alim
Abdülmecid Nursî, hayatı boyunca gösterdiği örnek tavırlarıyla birçok güzel ifadelere mazhar olmuştur. Son asırda şarkın yetiştirdiği nadir alimlerden olan Nursî’yi tanıyanlar şöyle anlatıyor: “Hazret-i Bediüzzaman’dan sonra, memleketimizde ilm-i belagat-i Kur’ân’a vakıf, Abdülmecid Efendi üstünde alim yoktur.” (Evlad-ı Resulden Muhammed Şefik Efendi, Sultanahmet Camii eski imamı.)
“Hazret-i Bediüzzaman onun için ‘mühim bir alim’ tabirini kullanırdı. Bana gelen sayısız mektuplarında imza yerine ‘Neferin Abdülmecid’ yazardı. Mutlak tevazu sahibiydi.” (İstiklal gazisi Hulusi Yahyagil, emekli albay.)
“Meziyetin varsa hafâ turabında kalsın, tâ neşv-ü nema bulsun.” (Bedizzaman Said Nursî, Sözler, s. 661)
“Bediüzzaman Hz.’nin kardeşi Abdülmecid Efendi, müstesna bir alimdi. Bir alim ölmedi, bir alem öldü.” (Konya eski müftüsü ve milletvekili Tahir Büyükkörükçü) (Halil Uslu, Abdülmecid Nursî, s.18)
“Seni en has talebelere dahil ediyorum”
Bediüzzaman’dan on beş sene ders alan Abdülmecid Nursâ, aynı zamanda alçak gönüllü ve tevazu sahibidir. Ağabeyi Bediüzzaman nesebî kardeşliğinin yanı sıra onunla manen de alâkalıdır. Yazdığı bir mektupta kardeşi Abdülmecid’in şahsında ona peder, valide ve kardeşlerine alâkadarlığını izhar eden mektup şöyledir: “Seni isminizle en has talebeler ve kardeşler içinde dahil edip, her sabah ne kazanıyorsam peder ve valideme hakiki ve çoğu âlem-i berzahta bulunan kardeşlerime verdiğim gibi senin defter-i âmaline yazılmak için dergâh-ı İlâhiyeye niyaz ediyorum. Sen dahi benim uhrevî kazancına dahil et.” (Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Timaş, 1/695.)
Abdülmecid Efendi, ağabeyi Bediüzzaman’a hasret duyar. Ona yazdığı bir mektubu şöyledir: “Ellerinizi öper, duânızı isterim. Dünyadan dargın nefsinde aciz olan Abdülmecid’e güzel bir üstad ulvî bir mürşid olacak yeni eserleriniz geldi. Lâfzî bir üstadı kaybettimse de manevî müteaddit mürşidleri buldum diye kendimi teşhir ettim. Hakikaten irşad edecek nurlu eserlerdir. Allah çok razı olsun.” (Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, s. 29.)
“Ey mezarcı, bana da kaz bir mezar”
Ürgüp’te on iki yıl müftülük yapan Abdülmecid Nursî, burada acı-tatlı çok sayıda hadiseye şahit oldu. Bediüzzaman’ın kendisine tevdi ettiği eserlerinden İşaratü’l-İ’caz ile Mesnevi-i Nuriye’yi Arapça’dan Türkçe’ye tercüme etti. Bu eserlerden talebelerine dersler okuttu. Diğer taraftan hayatında çok büyük iz bırakan evlat acısını burada tattı. Üniversitede okuyan ve gelmesini dört gözle beklediği oğlu Fuat’ın vefat haberini burada aldı. Oysa ki, köprü mevkiinde, Ankara’dan gelen kamyonlardan birinden oğlunun inmesini bekliyordu. Postayla ölüm haberini aldı. Oğlunun adına kaleme aldığı ve “Fuadiye” adını verdiği eserinde acısını şöyle kaleme dökmüştür:
“Sensiz gezen Abdülmecid bugün deli divanedir.
Ürgüp değil, dünya bile gözümde bir viranedir.” (Fuadiye Risalesi, el yazması, Ürgüp, s.92)
Hayatının birçok safhasındaki değişik olayları, gönlünden gelen kelimeleri mısralara döken Abdülmecid Nursî, şiirde de kabiliyetini göstermiştir. Ağabeyi Üstad Bediüzzaman’ın vefatında kaleme aldığı şiirinde duygularını şöyle dile getirmiştir:
“Ey mezarcı, o makamda bize de kaz bir mezar,
Olalım nazik Said’in komşusu leyl-ü nehar.” (Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman, s. 426)
“Bu Sözler, birer mürşid hükmüne geçti”
Abdülmecid’in acılarla dolu hayatı neredeyse vefatına kadar devam etti. Yıllarca ağabeyi Bediüzzaman ile görüşemedi. Oğlu vefat etti. Yine çok sevdiği yeğeni Abdurrahman’ın vefatı, diğer taraftan görevden alınmalar sıkıntılarını arttırdı. Bediüzzaman, kardeşinin yaşadığı sıkıntılı halet-i ruhiyeyi şu şekilde kaydetmiştir: “Kardeşim Abdülmecid, biraderzadem Abdurrahman’ın (rahmetullahi aleyh) vefatı üzerine ve daha sair elîm ahvâlât içinde bir perişaniyet hissetmişti. Hem, elimden gelmeyen mânevî himmet ve medet bekliyordu. Ben onunla muhabere etmiyordum. Birden bire, mühim birkaç Söz’ü ona gönderdim. O da mütalâa ettikten sonra yazıyor ki: ‘Elhamdülillâh, kurtuldum. Çıldıracaktım. Bu Sözler’in her biri birer mürşid hükmüne geçti. Çendan bir mürşidden ayrıldım, fakat çok mürşidleri birden buldum, kurtuldum’ diye yazıyordu. Ben baktım ki, hakikaten Abdülmecid güzel bir mesleğe girip, o eski vaziyetlerinden kurtulmuş.” (Mektubat, s. 342)
MesnevÎ-i Nuriye’yi Arapça’dan Türkçe’ye çevirdi
Risâle-i Nur’a gönülden bağlı olan Abdülmecid, Mesnevî-i Nuriye’yi Arapça’dan Türkçe’ye çevirdikten sonraki duygularını “İtizar” başlığı altında şu cümlelerle ifade etmiştir: “Risâle-i Nur Külliyatı’ndan el-Mesneviyyü’l-Arabî ile muanven büyük Üstad’ın cihanbaha pek kıymettar şu eserini de Allah’ın avn ve inayetiyle Arabîden Türkçe’ye çevirmeye muvaffak olmakla kendimi bahtiyar addediyorum. Yalnız, aslındaki ulviyet, kuvvet vecezaleti tercümede muhafaza edemedim. Evet, o cevher-baha hakikatlere zarf olacak ne bir harf ve ne bir lâfız bulamadım.Tercüme lisanı da fikrim gibi nâkıs ve kasır olduğundan, o azîm imanî ve cesîm Kur’ânî hakikatlere ancak böyledar ve kısa bir kisveyi tedarik edebildim. Ne hakkın ve ne hakikatin hatırı kalmış. Fabrika-i dimağiyemin bozukluğundan,bu kadarını da, müellif-i muhterem Bediüzzaman’ın mânevî yardımlarıyla dokuyabildim. “Evet, bir tavuk, kendi uçuşuyla şahinin veya kartalın uçuşlarını taklit ve tercüme edemez. Bu, hakikaten aslına uygun ve lâyık bir tercüme değildir-Pek kısa bir meal, bazan da tayyedilmiş, tercüme edememiş. Çok yerlerde yalnızmealini aldım. Bazı yerlerde de tayyettim. Ancak, aslındaki hakaiki evlâd-ı vatana gösteren küçük bir aynadır.” (Mesnevi-i Nuriye, s. 9)
Beşeri münasebetleri fevkaledeydi
Abdülmecid, on iki yıl boyunca sürdürdüğü müftülük görevinden alınınca Ürgüp’ten ayrılmak istedi. Ancak, sevenleri bir süre daha yanlarında kalması için ısrar ettiler. Talebelerinin ve Ürgüplülerin ısrarı üzerine üç yıl daha burada kaldı. Gerek müftülüğü sırasında ve gerekse görevden alındıktan sonra iman hizmetini devam ettirdi. Çok sayıda talebe yetiştirdi. Her fırsatta imani konularda çevresinde bulunanları aydınlatmaya gayret sarf etti. Mantık adlı eseri yazdığı gibi, Haleb-i Sağir ve Kaside-i Bürde şerhini de kaleme aldı. Talebelerinden biri olan ve uzun süre vaizlik ve müftülük görevlerinde bulunan Mustafa Yıldız, hocası için şunları söylemektedir: “… Hocamız Abdülmecid Nursî’nin çabalarıyla açılan Kur’ân Kursu’nda talebe idim. Malumat-ı diniye derslerine geliyordu. Çok istifade ediyorduk. Beşeri münasebetleri fevkaledeydi. Herkesle görüşür, konuşur ve irtibat kurarlardı. Ben müftü iken herkesle (özellikle devlet memurlarıyla) irtibat kuramıyordum. O ise herkesle irtibat kurmuş ve kendini sevdirmişti.” (Halil Uslu, Bediüzzaman’ın Kardeşi Abdülmecid Nursî, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1998, s.62-63).
Oturarak ders vermekten hicap duyuyorum
Abdülmecid Nursî, Konya’ya geldikten bir süre sonra, Konya İmam Hatip Okulu Koruma Derneği idarecilerinin ve bazı hocaların daveti üzerine tekrar öğretmenliğe başladı. Bu sırada 74 yaşında olmasına rağmen okula yaya olarak gidip geldi. Kendisi için bir araba tutmayı teklif etmelerine rağmen kabul etmedi. Derslerine aralıksız devam etti. Öğrencilerinin yorulmaması için oturarak ders vermelerini rica etmeleri üzerine; “Bu, helaket ve felaket asrında iman, Kur’ân dersi almaya gelen, malumat-ı diniyeyi öğrenmeye koşan sizin gibi gençlerin karşısında oturarak ders vermekten hicap duyuyorum ve bu hareketimle huzur duymaktayım. Ben vücudumun değil, ruhumun rahat etmesini temine çalışıyorum” şeklinde karşılık verir.
Gönül yıkan değil, gönül yapandı
Konya İmam Hatip Okulu meslek dersleri öğretmenlerinden Mehmet Fatih Göktay, Abdülmecid için; “Bütün öğretmen ve talebelerle çok iyi geçinirdi. Bir hayli yaşlı olmalarına rağmen gayet dinç idiler. Temizliğe çok dikkat ederlerdi. Sakal bırakmadıkları için her gün tıraşlı olarak okula gelirlerdi. Hassas bir insandı. Gönül yıkan değil,gönül yapandı” (Uslu, age., s. 77) ifadelerine yer vermektedir. Ders işleme tarzı ile ilgili olarak da talebelerinden Süleyman Uğur: “Derste soru sorulmasını ve itiraz edilmesini pek severdi. Sual sorun, itiraz edin, cevap vereyim ki, takrir, takrib tamam olsun” dediğini nakletmektedir.
Bediüzzaman ile vedalaştı
Öğretmenlik görevini sürdürmeye devam ederken sebepsiz yere tekrar görevden alındı. Konya’ya yaşadığı acı olaylardan bir tanesi de, Bediüzzaman’ın Konya’ya gelmesine rağmen kendisiyle görüşmesine izin verilmemesidir. Bediüzzaman, vefatından önce bir kez daha Konya’ya geldiyse de bu sefer de uzun süre görüşmeleri mümkün olmadı. Üstad arabadan, “Abdülmecid ben Urfa’ya gidiyorum. Belki bir daha görüşemeyeceğiz. Bana hakkınızı helâl ediniz”, buyurdular. Abdülmecid Efendi, “Seyda bizim sana ne hizmetimiz oldu ki hakkımız olsun. Asıl sen bize hakkını helâl et. Bizi sen okutup yetiştirdin”, dedi. Bunun üzerine Üstad, “Senin de Rabia’nın da bende çok haklarınız vardır. İkinizde bana hakkınızı helâl ediniz” buyurunca karşılıklı helâlleştiler.” (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler 4/288.)
Bediüzzaman’ın mezarını da rahat bırakmadılar
Abdülmecid’i en çok sarsan olayların başında kuşkusuz, Bediüzzaman’ın ebedi istirahatgahında bile rahat bırakılmaması gelir. Vefatından birkaç ay geçtikten sonra, kendisine zorla imzalattırılan bir yazıya dayanılarak Bediüzzaman’ın kabri açıldı ve naaşı bir gece Urfa’daki mezarından alındı. Abdülmecid’in, gözleri bağlı bir şekilde içinde bulunduğu bir uçakla taşınan naaş, bilinmeyen bir yere götürülerek defnedildi. Bediüzzaman’ı hayatta iken rahat bırakmayanlar, vefatından sonra da rahat bırakmamışlardı.
7 yıl sonra vefat etti
Abdülmecid, 1967 yılı geldiğinde herkes ile vedalaşmaya başladı. Ona göre ölüm vakti gelmişti. Çünkü, Bediüzzaman son buluşmalarında kardeşine, kendisinden yedi yıl sonra öleceğini söylemişti. Abdülmecid, Bediüzzaman’ın her söylediğinin gerçekleştiğini müşahade edenlerden biri idi ve buna bütün kalbi ile inanıyordu. Nitekim de öyle oldu. 11 Haziran 1967 Cuma günü vefat etti. 1967 yılında Konya’da vefat eden Abdülmecid Efendi’nin mezarı Konya Üçler Kabristanı’ndadır. Abdülmecid Nursî’ye ve onun hayatını derinlemesine araştırıp kitaplaştıran Halil Uslu Ağabeye ve diğer Nur Talebelerine Allah’tan rahmet ve mağfiret istiyoruz.
-SON-