29 Mart 2012, Perşembe
Gayret etme, yüksek iradeli olma, yüksek gayeler ve ulvî amaçlar peşinde koşma mânâlarına gelen himmet yüksek bir ruh hâlidir. Nefsanî, dünyevî ve basit şeylere tenezzül etmeyen, yüksek ve ulvî gayeler peşinde koşan insanların ahlâkıdır. Araplar “Himmetü’r-ricâli naklau’l-cibâl” yani “Kişinin himmeti dağları yerinden oynatır” demişlerdir.
Büyükler “Erenlerin himmeti işleri âsân eder” demişlerdir. Yani, “Allah dostları olan yiğitlerin gayreti ve çabası en zor işleri kolaylaştırır” demişlerdir. Himmet, kalbin bir şeyi çok ciddî istemesi ve kalbin başka şeylere ve amaca hizmet etmeyen şeylerden uzak durması ve önem vermemesidir. Ârif-i billâh mâsivadan gönlünü çekip sadece Allah’a yönelmesiyle büyük bir himmet göstermiş olur. Bu sebeple Peygamberimiz (asm) “Himmet yüceliği imandandır” buyurmuşlardır.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir” buyurarak kişinin himmeti ne derece yüce olursa o insanın da o derece yüceleceğini ifade etmiştir. İslâm bilginleri “Nefsin yücelmesini istersen himmet kanatlarını aç. Zira kuşu semalara yükselten kanadı olduğu gibi insanı da yücelten himmetidir” demişlerdir. Abdulkadir Geylânî Hazretleri himmeti “Nefsini dünya sevdasından, ruhunu ahiret sevdasından, kalbini masivadan uzaklaştırıp bütün maddî ve manevî duyguları ile Allah’ın emrine ve rızasına yöneltmektir” demiştir.
Hamiyet, gayret ve ideal anlamına gelmektedir. İslâm’ı öğrenmek, imanda terakkî ve tekâmül etmek, salih amellerde yarışmak ve zamanını boş yere, oyun ve eğlencelerle geçirmeden “dine, imana, Kur’ân’a ve insanların ahiret hayatına hizmet” için gereken gayreti göstermektir.
Müslümanların dertleri ile ilgilenmek ve yardımcı olmak da hamiyet-i İslâmiye gereğidir. Peygamberimiz (asm) “Müslümanların derdini dert edinmeyen onlardan değildir” (Taberani, Mecmau’l-Evsat, 1:151; 7:270) buyurmuşlardır. Müslümanların derdini dert edinmek kişinin hamiyet sahibi olduğunu gösterir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de Müslümanların “iyilik ve takvada yardımlaşmalarını” (Maide, 5:2) bir başka âyette ise “hayırda yarışmalarını” (Bakara, 2:148) ister. Hayırda, iyilikte ve takvada yarışmak öncelikli olarak insanların imanına ve ahiretine hizmet etmektir. İşte hamiyet-i İslâmiye budur.
Hamiyet ve gayret, fedakârlık duygusunun inkişafı ile ortaya çıkar. Müslümanların himmet ve gayretleri, kişisel menfaatleri elde etmeye odaklanmamalıdır. Şahsî menfaatlerini ikinci plana atarak Müslümanların dertlerini dert edinmek ve hayırda yarışmakla kişi himmet ve hamiyet sahibi olur. Hamiyet, himmetin ileri ve kemal mertebesidir. Himmet ise gayretli olma halidir. “Ehl-i himmet”, “uluvv-ü himmet” gibi kavramlarla kişinin yüksek ideal ve amaçlar peşinde koştuğu ifade edilir.
Kur’ân-ı Kerim’de “hamiyet” kelimesi, “hamiyet-i cahiliye” (Fetih, 48:26) olarak geçmektedir. Hamiyet-i cahiliye ise övülmek, kahramanlıklarını göstermek ve şöhret için kavim ve kabilesini müdafaa etmek için gösterilen üstün gayreti ve taassubu anlatmaktadır. Buna “asabiyet-i cahiliye” de denilmektedir. Asabiyet-i cahiliye “ırkçılık” anlamında olup kavim ve kabilesini, milletini mutaassıbane müdafaa etmek anlamına gelmektedir. Cahiliye âdeti olarak kabul edilen bu durumu Peygamberimiz (asm) yasaklamıştır. Çünkü “Asabiyet-i cahiliye birbirine tesanüt edip yardım eden gaflet, dalâlet, riya ve zulmetten mürekkep bir mâcundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti mâbud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslâmiye ise, nur-u imandan in’ikâs edip dalgalanan bir ziyadır.” (Mesnevî-i Nuriye, 205)
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ırkçılığın gaflet, dalâlet, riya ve zulmetten mürekkep bir macun olduğunu ve onu istimal edeni sarhoş ettiğini ifade ederken, hamiyet-i İslâmiyeyi imandan kaynaklanan bir ışık olarak tarif etmektedir. Hamiyet imandan kaynaklanırsa nur ve ziya olurken, ırkçılıktan kaynaklanırsa zulmet şekline bürünmektedir.
Dinsiz felsefeden kaynaklanan ve fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, riyaya şan ve şeref namını vermiş, insanları riyaya sevk etmektedir. Hakikaten insanlar riyaya o derece alışmışlar ki, şahıslara yaptıkları gibi, milletlere ve unsurlara riyayı teşmil ederek gazeteleri dellâl, tarihleri de alkışçı yapmışlardır. Bu yüzden ferdî ve şahsî hayatlar “hamiyet-i cahiliye” unvanı altında milliyetçiliğe feda edilmektedir. (Mesnevî, 318) Böylece “millet için ferdin hukuku nazara alınmaz” diyerek ferdî ve şahsî hayatlar feda edilmekte ve pek çok haksızlık ve zulme sebep olunmaktadır.
Bediüzzaman imandan kaynaklanan hamiyeti “muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesi” olarak tarif eder ve “nefret hamiyetin zıddıdır” (Sünûhat, 199) der. Hamiyetin en güzel ifadesi kişinin dinî ve manevî değerleri için kendi şahsî hayatını feda ederek “şehitlik” mertebesine ulaşmasıdır. (Mektubat, 313) Kişi dinî inançlara, manevî değerlere karşı muhabbet duyup hürmet ettiği ve milletine karşı şefkat hissi taşıdığı zaman “hamiyetli” bir insan olur.
Hamiyetli bir Müslüman merhamet gereği “Sen çalış ben yiyeyim” demeyeceği gibi, “Başkası acından ölürse ölsün bana ne” diyemez. Böylece faizcilik ve tefecilik gibi iktisadî yanlışlar içinde olmayacaktır. Hürmet ve muhabbet gereği de “küçüklerini sevecek ve büyüklerine hürmet” edip yardım edecektir. Bu sebeple Peygamberimiz (asm) “Küçüklerine şefkat göstermeyen, büyüklerine hürmet etmeyen bizden değildir” (Ebu Davud, Edeb, 145) ferman etmişlerdir.
Sevgi ve muhabbetin olmadığı yerde himmetten ve hamiyetten bahsetmek mümkün olmaz. Nitekim Peygamberimiz (asm) “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de olgun mü’min olamazsınız.” (Müslim İman, 93), “Birbirini sevmede, birbirine acımada ve birbirine şefkat göstermede mü'minler bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olunca, diğer uzuvları da ona ortak olur” (Riyazu’s-Salihin, 1:277) buyurmuşlardır.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir. Kimin himmeti yalnız nefsi ise o insan değil. Çünkü insanın fıtratı medenidir. Ebna-yı cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir” (Hutbe-i Şamiye, s. 151-152) diyerek himmet ve gayret sahibi insanın şahsî menfaatinden fedakârlık ederek toplum için çalışan kişi olduğunu belirtir.
Kişi şahsî menfaatini terk etmedikçe ne zühd ve ne de himmet ve hamiyet sahibi olamaz. Bediüzzaman “zühdün mânâsı terk-i menâfi-i şahsiyedir” (Münâzarât, 277), “Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden insanlıktan çıkar, masum olmayan cani bir hayvan olur” (Hutbe-i Şamiye, 152) demektedir.
Namusunu, şerefini, mukaddesatını koruyamamaktan dolayı utanmak ve sıkılmak da hamiyetten kaynaklanmaktadır. Mukaddesatı, Kur’ân ve sünneti müdafaa ve muhafaza gayretine de hamiyet denir. İslâm dini “hamiyet-i cahiliye”yi yasaklamış, “hamiyet-i diniye”yi tavsiye etmiştir. Hamiyetin dine ve millete bakan iki yönü vardır. Dine bakan yönü, insanı ahrete ve Allah rızasına yönlendirirken, millete bakan yönü ile de bireyi “vatan ve millet için” fedakârlığa ve gayrete sevk etmektedir. İslâmiyetin her ikisine de sahip çıkarak teşvik ettiğini belirten Bediüzzaman “İslâmiyet katında din ve milliyet bizzat müttehittir. İtibarî, zahirî ve ârızî bir ayrılık var. Belki, din milliyetin hayatı ve ruhudur. Hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı, hamiyet-i milliye ona hâdim ve kuvvet ve kalası olmalı” (E. Said D. Eserleri, Hutbe-i Şamiye, s.357) buyurarak bunun sınırlarını çizmiştir.
Dine dayanmayan ve Allah rızasını gözetmeyen bir hamiyet insanı ırkçılığa götürürken, sadece ahirete yönelen ve dünyayı, milleti ve vatanı önemsemeyen bir yaklaşım da taassuba ve İslâm milletinin dünyadaki zillet ve sefaletine sebep olmaktadır.
Bediüzzaman hamiyet ve gayret “ümit ve emel” sahibi olmak gerektiğini ifade etmektedir. Onun zıddı yeistir ve “Yeis aczden gelir. Yeis mani-i her kemâldir. Hamiyet ise şiddet-i mevânie karşı şiddetle mukavemet etmektir. Çabuk ye’se ınkılâb eden hamiyet hamiyet değildir” (E. Said D. Eserleri, Münâzarât, 214) buyurur.
İnsanı dinî bakımdan gayrete getiren cennet ve saadet-i ebediye ümidi olduğu gibi, dünyada da gelişmeyi, terakkî ve tekâmülü sağlayacak olan ve izzet ve şerefle yaşamayı netice veren, İslâm'ın ve Müslümanların diğer milletler ve dinler karşısında izzetini arttıran ve zillet ve sefaletten kurtaracak olan “ümit ve emeldir.” Geleceğe ümitle bakmak ve gelecekten ümitli olmaktır. İstibdadın eseri olan ümitsizlik, insandaki istidat ve kabiliyetleri söndürür ve insanlık cevherini öldürür. Ümitsizlik insanı bencil ve tembel yapar. Her türlü ahlâksızlığın temelinde ümitsizlik vardır. Bu ise Bediüzzaman’ın ifadesi ile acizlikten ileri gelir. Her gelişmeye manidir. Hamiyet ve gayret ümitten nemalanır ve her nevî sıkıntıya göğüs germeyi, dini ve milleti için her türlü fedakârlığı göze almayı netice verir. Himmet ve gayretin büyümesi ile ahlâk da o nisbette yücelir. İnsanı da şahsî menfaatini takip eden şahıs olmaktan çıkarır ve vatanı-milleti için çalışan vatandaşlar hâline getirir. Bunun için Bediüzzaman “Kimin himmeti milleti ise o kimse tek başına bir millettir” der.
“Hamiyet ayrıdır, iş ayrıdır” buyuran Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri “Bence bir kalb ve vicdan fezail-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san'at başka olduğu için, fasık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte şimdi salâhat ve mahareti, tabir-i âherle fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cemedenler vezaife kifayet etmezler. Öyle ise ya maharettir veya salahattir. San'atta maharet ise müreccahtır” (E. Said D. Eserleri, Münâzarât, 236) buyurarak dindar olmayan insanların da hamiyet ve gayret sahibi olabileceklerini belirtmiştir.
Bu zamanda himmet, Peygamberimizin (asm) “Allahım, bana hakkı hak bilip ittiba etmeyi, batılı batıl bilerek batıldan içtinap etmeyi nasip et” duâsını vird edinmek ve bu çerçevede “hakka hizmet etmektir” de diyebiliriz.
Okunma Sayısı: 4573
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.