İLK HUTBE
İstanbul, haftalar süren bir kuşatmanın ardından, nihayet 29 Mayıs (1453) Salı günü fethedildi. 1 Haziran Cuma günü ise, fetihten hemen sonra ilk iş olarak camiye çevrilen Ayasofya’da ilk hutbe okundu ve ilk Cuma namazı kılındı.
İslâm örfüne göre, bir belde fethedildiğinde, orada hemen bir cami inşa edilir ve orada ezanlar okunur, vakit namazı ile Cuma namazları kılınır.
Şayet o beldede kilise, havra gibi bir başka mâbet varsa, içlerinden en muhteşem veya sembolik bir mahiyet taşıyanı camiye çevrilerek, söz konusu ibadetler orada eda edilir.
İşte, İstanbul’un fethini sembolize eden ve bu güzel beldede hâkimiyetin nişanı hüviyetini taşıyan Ayasofya, hemen ilk gün camiye çevrildi ve ilk Cumada lüzumlu olan ibadet ve merasimler burada gerçekleştirilmiş oldu.
Sultan Mehmed Fatih’in hocası olan Akşemseddin Hazretleri, onun adına hem hutbeyi irad etti, hem de ilk Cuma namazını kıldırdı.
Camide, ayrıca dine, devlete, mâzide hizmet eden şehid ve gazilere duâlar edildi ve bu güzel beldeyi fethedenin ismi anıldı, ordu ve milletin payidar olması için de Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunuldu.
İLK İSYAN
İngilizlerin kışkırtması sonucu, 1 Haziran 1916’da Hicaz bölgesinde Osmanlı’ya karşı ilk ayaklanma hareketi başladı.
Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı’nın tam ortalarına gelinmişti ki, Osmanlı’nın aleyhine yeni bir harekât daha baş gösterdi.
Bu harekâtın adı “Hicaz isyanı”ydı.
İsyanın başında Mekke Şerifi Hüseyin görünmekle birlikte, arka planda kışkırtıcılık görevi yapan ve Arapları iğfal eden, bölgedeki İngilizlerdi.
Şerif Hüseyin
Tâ 1517’den Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılına kadar da Osmanlı’nın yanında ve idaresinde bulunan Hicaz (Arabistan), ne yazık ki İngilizlerin kışkırtması neticesinde Osmanlı’ya baş kaldırdılar ve ittifaka en çok ihtiyaç duyulduğu bir zamanda Hilâfet/Saltanat merkeziyle ihtilâfa düştüler.
Arapların küffara aldanarak bu hale düşmesinin şüphesiz bazı önemli sebepleri var. Bunların başında ise, Osmanlı Türklerinde baş gösteren dinde lâkaytlık ve örfen, ahlâken Avrupalılaşma hareketleri idi.
Gariptir ki, Avrupalıların başını çeken İngiltere’nin bölgedeki casusları da aynı yönde propagandalarda bulunarak Araplarla Türkleri birbirinden soğutmaya çalıştılar.
Maalesef, sonunda muvaffak da oldular. Kısa süre sonra Osmanlı’dan ayrıldığını açığa vuran Mekke Şerifi Hüseyin, İngilizlerin askerî desteği ve büyük para yardımları sayesinde bölge üzerindeki hâkimiyetini (krallığını) ilân etti.
Suudi Arabistan, o gün bugündür Türkiye’ye mesafeli olup ecnebi siyasetinin tesiri altında bulunuyor.