Nihaî barış antlaşmasını yapmak üzere İsviçre’de toplanan ilgili ülkelerin temsilcileri arasında başlayan Birinci Lozan Oturumu 22 Kasım 1922’de fiilen gerçekleşmiş oldu.
Meşhûr Lozan Görüşmeleri, esasen “Türkiye ile diğerleri” arasında cereyan etti. Yeni Türkiye heyetinin karşısında şu ülkelerin delegasyonu bulunmaktaydı: İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, Rusya ve Yugoslavya.
*
Birinci Dünya Savaşı mağlubiyetinden hemen sonra, hatta onun devamı mahiyetinde başlayan ve 4 sene devam eden İstiklâl Harbi büyük bir zaferle neticelenmiş olmasına rağmen, Lozan’da buna eşdeğer bir zafer değil, tam aksine bir hezimet hâli yaşandı.
Lozan’a giden heyetin reisi, Batı Cephesinden Hariciye Vekilliğine getirilen İsmet Paşadır. Böyle olmasını Meclis Başkanı M. Kemal Paşa istedi.
Başvekil Rauf Orbay, Mondros Antlaşmasına (30 Ekim 1918) başkanlık ettiği için, Lozan’a gidecek heyete de başkanlık etmek istemiş, fakat M. Kemal buna karşı çıkarak İsmet Beyi tercih etmiştir. Böylelikle, ipler İsmet Paşanın eline geçmiş oldu.
*
İsmet Paşa, aralarında Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur ve Maliye Bakanı Hasan Saka’nın da bulunduğu Lozan’daki kalabalık Türk heyetini adeta baypas ederek hareket etti. (Bu zatların hatıra notları meydanda.)
Onun Türk heyetini bu şekilde dışlaması ve hemen akabinde, hiç hesapta yokken doğrudan Hahambaşı Haim Naum’la iş görmesi, hatta önemli görüşmelerde onunla danışıklı şekilde hareket etmesi ve bu görüşmelerin çoğunu gizli–kapaklı şekilde yürütmeye çalışması, “Lozan’ın içyüzü” hakkında daha ilk günlerden itibaren ciddî şüphelerin, hatta kaygıların uyanmasına sebebiyet verdi.
Evet, hiç şüphe edilmesin ki, Lozan heyetinin başındaki İsmet Paşanın kılavuzu Haim Naum’dur. Dolayısıyla, Lozan’ın gizli mimarı da o ikisidir. Tabii ki, M. Kemal’in de reyini alarak hareket ediyorlar.
*
Hiç şüphe edilmesin ki, 22 Kasım 1922’de başlayan Lozan Antlaşması, 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşmasının bir nevi devamı mahiyetindedir.
Esasen, bizim mahvolmamızı hedefleyen o dehşetli Sevr plânı, 3 sene sonra Lozan’da yürürlüğe konularak, bir şekilde rövanş alınmış oldu. Böylelikle, Türkiye, maddeten olmasa da; bilhassa mânen, ruhen ve fikren paramparça edildi.
Bediüzzaman Hazretleri, Birinci Şuâ’da tefsir ettiği âyetlerden Tevbe Sûresi 32. âyetin asrımıza bakan işarî ve remzî mânâsına bakarak özetle şu yorumlarda bulunuyor:
1. Avrupa zâlimleri, devlet–i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle, 1324’te (1908) müthiş bir sûikast plânı yaptılar. Onlara karşı Türkiye hamiyetperverleri de, aynı tarihte hürriyeti ilân etmeleriyle o plânı akîm bırakmaya çalıştılar.
2. Aynı zalimler, maatteessüf, 6-7 yedi sene sonra (1914), yine aynı sûikast niyetiyle Harb–i Umumî ile netice almaya çalıştılar.
3. Harb–i Umumî neticesinde (1918) ve Sevr Muahedesinde (1920) Kur’ân’ın zararına gayet ağır şeraitle kâfirâne fikirlerini icrâ etmek için yine plânlar yaptılar. Bu plânlarını akîm bırakmak için, bu defa hakiki Türk milliyetperverleri yeni hükûmet kurup Cumhuriyeti ilân etmekle mukabeleye çalıştılar.
4. Bütün bu herc û merc içinde Kur’ân’ın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Risâle–i Nur Müellifi de Resâili’n–Nur’un mukaddematı, Resâili’n–Nur’un nuranî cüzleri ve fedakâr şakirtleri mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor.
5. Şimdi İslâmlar içinde nur–u Kur’ân’a muhalif hâletlerin ekserîsi o suikastlerin ve Sevr (+Lozan) gibi gaddarâne muahedelerin vahim neticeleridir. (Şuâlar: 619)
İşte, yukarıdan beri sıralayan geldiğimiz bütün bu bilgilerden anlıyor ve kanaat getiriyoruz ki, Sevr’in sinsi ve ihanetkârâne plânı, hatta katmerli bir şekilde Lozan’da karara bağlanmış ve yeni Türkiye “bozuk Avrupa”nın çöplüğü haline döndürülmeye çalışılmıştır.