Aşağıda okuyacağınız yazıyı 18 sene evvel bugün “Çeteci üretme çiftliği” başlığıyla yazmışız.
Problemi çözmek bir yana, aynı ahlâkî dert, aynı içtimaî sıkıntı, maalesef katlanarak devam ediyor. Dolayısıyla, aynı konuyu yeniden takdim ederken, başlıktaki “çeteci”nin yanına “tefeci” tâbirini de ekleyerek yazma ihtiyacını duyduk.
Başlığa “tefeci” tâbirini eklememizin bir sebebi de, bugünlerde kulağımıza gelen son derece üzücü-nahoş bazı hadiselerdir:
Çeteci tefeciler, tuzağa çeke çeke batırdıkları, ardından korkunç faizleri de ekleyerek borçlandırdıkları bazı gençlerin ailelerine âdeta kök söktürüyor. Sistemin çarklarını “kan ve para” üzerine döndüren bu çeteci-tefeciler, varlıklı gördükleri aile büyüklerine gidip “Ya oğlunuzun borcunu ödersiniz, ya da onun ancak cesedini görürsünüz” tehdidinde bulunuyor.
Neye uğradıklarını şaşıran aile büyükleri, bir anda karşılarına çıkan milyonlarca lira borç yükü ile karşı karşıya geliyor. Evlatlarının canı için varını-yoğunu ortaya koyan aileler, ne acı ki ölümden beter bir hâle geliyor.
Mevzuun devamını, söz konusu yazıdan takip edelim. 10 Haziran 2006 tarihli o yazının bir özetini günümüzdeki gelişmelere de ışık tutması bakımından istifade nazarlarına takdim ediyoruz.
*
Türkiye, ne yazık ki bir yönüyle “çete elemanı üretme çiftliği”ne döndürüldü adeta. Hangi taşı kaldırsanız, yahut hangi cinayeti araştırsanız, illa ki altından bir çete bağlantısı çıkıyor.
Maşallah, yakalananların hemen tamamı, bu işi “vatan millet aşkı”na yaptığını söylüyor. Hatta, gazetelere yansıyan bir habere göre, yakalanan bir çete zanlısı kasıla kasıla şöyle konuşuyor: “Vatan-millet uğrunda bir şeyler düşünmek, PKK ile mücadele etmek çetecilik ise, ben çeteciyim. Böyle bir çeteciliği kabul ediyorum.”
İyi de, vatan–millet uğrunda iyi şeyler düşünmenin, yahut terör örgütüyle mücadele etmenin kendine göre bir yolu–yordamı, bir usûlü–erkânı, hukuku–nizamı yok mu?
Yani, bu gibi hususlarda kimin ne yapacağı, yazılı hukukta kayıtlı değil mi? Devletin kànunları bunu ifade etmiyor mu? Meşrûiyet içinde hangi birimin kiminle nasıl mücadele edeceği madde madde ifade edilmiyor mu?
Medenî dünya tarafından bu kànunlarımız bile yeterince sert, katı ve suistimale açık bir yapıda bulunurken, siz kalkıp bunları da yetersiz görüyor ve adeta kraldan çok kralcı kesilerek, kendince bir iş görüyor veya iş bitiriyorsunuz.
*
Öte yandan, devletin askeri var, polisi var, jandarması vesâir emniyet kuvvetleri var. Bütün bunlar terör örgütleriyle baş etmeye güç yetiremiyor mu ki, devreye ayrıca çeteler, komiteler giriyor.
Şayet çetelerle iş görülecekse, o takdirde devletin meşrû kuvvetlerine ne gerek var? Bunlar tartışmalı hale gelmez mi, bu durumda?
Hiç kimse öyle “Vatan-Millet-Sakarya” edebiyatıyla, devletin meşrû birimlerini zaafa uğratma, hele hele bunların meşrûiyetini tartışılır hale getirme hakkına sahip değildir.
*
Bir başka realite var ki, o da çetelerin daha çok bünyedeki zaaftan, yahut yönetimdeki boşluklardan yararlanarak türedikleri ve palazlandıkları hususudur.
Bu noktadan hareketle, son zamanlarda artan çetecilik-tefecilik faaliyetini de, siyasî iktidarın bir zaafı olarak görmek mümkün: Mevcut iktidarın idare kadarosu, daha çok belediye yönetiminden geldikleri için, devleti yönetme san’atını yeterince bilemiyorlar.
Evet, belediyecilik siyaseti, devleti yönetme siyasetinin yerini tam olarak tutamıyor. Lastikli kanunlarla işgören hükümet ise, bürokrasiyi ıslâh edemediği gibi, kanun hâkimiyetini de sağlayamıyor. Hatta bazen kendisi de kanunlara uymuyor.
İşte, çetelerin çoğalması ve ülkenin adeta bir çete elemanı üretme çiftliğine dönmesi, bilhassa bu noktadaki zaafiyetten kaynaklanıyor. Oysa, hayat boşluk kabul etmediği gibi, hikmet-i hükümet de, türedi odaklarla güç ve iktidar paylaşımını kaldırmıyor.