Tarih boyunca gaddarlar da, mağdurlar da hep olagelmişlerdir.
Mağduriyet, bazen ferdî, ailevî, mevziî olarak lokal ölçekte yaşandığı gibi, bazen de toplu ve kitlevî boyutta yaşanarak, binlerce, milyonlarca insanı etkisi altına almıştır.
Bugünkü konumuz, defalarca milletin yüzde 50’den fazla kesiminden oy desteğini muktesep hakkıyla almış, alabilmiş olan Hürriyetçi Demokrat misyonun maruz kaldığı mağduriyetlerdir.
Bu meyanda düşünülmesi gereken en mühim nokta ise, bu büyük, asil ve köklü misyonun yaşamış olduğu mükerrer mağduriyetlerin kimin veya kimlerin umurunda olduğu, yahut ne derece umursandığı hususudur. Zira, bu mühim noktanın vüzuha kavuşması ile birlikte, kişi veya grupların bu noktadaki samimiyeti de çek edilmiş olur.
*
Evet, aslında birbirinin devamı mahiyetinde olan Demokrat Parti ile Adalet Partisi, her ikisi de birer darbe mağdurudur.
Biri 27 Mayıs İhtilâli, diğeri 12 Eylül Darbesiyle iktidardan uzaklaştırılmış ve bunlara olan milletin teveccühü ayrıca kırılmaya çalışılmıştır.
Bu darbeler zalimane karakterli olduğu gibi, ayrıca ve bilhassa 12 Eylül Darbesi çok daha münafıkane bir sûrette hayatiyetini uzun müddet devam ettirmiştir. Nitekim, halen de anti demokratik tasarrufları devam ediyor.
Dün olduğu gibi, günümüzde de hayret ve taaccüp ettiğimiz bir durum var.
Şöyle ki: Darbeye ve darbecilere şiddetle karşı olduğunu söyleyen kimi siyasî fikir sahiplerini azıcık konuşturup test ettiğimizde, darbelere maruz kalan, yani mağdur durumdaki siyasî partilere ve liderlerine daha şiddetli bir kin ve husûmetle ateş püskürdüğüne şahit olmaktayız. Üstelik, istisnai kişilerle sınırlı değil, belki misalleri sayılamayacak kadar çoktur, bu tür kişilerin.
Bunlara defalarca şahit olunca, bu tür kimselerin hürriyete ve demokrasiye olan samimiyetinden de, ciddiyetinden de haklı olarak şüphe etmeye başlıyoruz.
Hatta diyebiliriz ki, bunların muhakemesi gibi insafı da şüphelidir, arızalıdır.
Zira, bakıp aşikâr görüyorsunuz ki, cuntacıların darbe ile devirdiği aynı siyasîlere, kendisi de başka türlü darbe vuruyor, yani bir tekme de kendisi vurmuş oluyor. Adeta, “Onlara oh olsun” diyor. (Benzer şeyleri, maalesef bazı “cemaatli siyasiler” de yapıyor.)
Şimdi, böylelerinin hak, hukuk ve demokrasi noktasındaki samimiyetine, ciddiyetine, tutarlılığına nasıl inanacak, nasıl güveneceksin?
Evet, darbelere ciddî mânada ve tutarlı şekilde karşı olanlar, öncelikle mağdura sahip çıkmalı ve onun gasbedilen siyasî hakkını savunmalı. Aksi halde, güvenilmez olurlar.
*
Evet, Türkiye’deki darbeler, şahıstan çok misyonlara karşı yapıldı.
Darbeye mâruz kalan, mağduriyet yaşayan misyon ise, hiç şüphesiz ki Demokrat Parti ile Adalet Partisi’nin temsil ettiği “Ahrar-Demokrat Misyon” çizgisidir.
Bugün hâlâ mağduriyeti devam eden bu misyon hareketini—mütevazı şartlarda da olsa—temsil eden parti, yine aynı isimle varlığını sürdüren Demokrat Partidir.
Bir dizi talihsizliklerle ve çeşitli iç-dış sebeplerle, oy oranı alabildiğine düşmüş veya düşürülmüştür. Ama, oy oranı ne kadar düşük seviyede olursa olsun, karakteristik özellikleri itibariyle yine de büyüyüp gelişmekte, hatta tek başına iktidar olabilme potansiyeline sahip bir misyon hareketinin adresidir.
Bunu asla gözardı etmemeli ve böyle alternatif olma özelliğine sahip partileri daima yedekte tutmaya ve yaşatmaya devam etmeli.
Tâ ki, siyaset meydanı marjinal fikirlerden veya ideolojik cereyanlardan beslenen kutuplaştırıcı partilere kalmasın. Tâ ki, ye’is ve karamsarlık karabasan gibi milletin üzerine çökmesin, çökemesin...