Demokrasiye, yani çok partili sisteme geçiş mecburiyetinin hasıl olduğu 1945 senesinde, hiç umulmadık başka gelişmeler de yaşandı: İlhan Selçuk yönetimindeki Cumhuriyet Gazetesi ile Zekeriya Sertel yönetimindeki Tan Gazetesi karşı karşıya geldi.
Bir başka ifade ile Kemalistler ile Komünistler birbirine girdi. İki yanlıştan bir doğru çıkmadığını gören milletin feraseti, yüzünü demokrasi ve Demokratlara çevirdi.
Nur’un geniş dairedeki fütûhatının önü de eş zamanlı olarak açılmaya başladı.
Şimdi, bütün bu gelişmelerin mahiyetine dair bilgileri aktarmaya çalışalım.
*
Zekeriya Sertel, sahibi olduğu TAN Gazetesi ve matbaasına yönelik baskının nasıl yapıldığı hakkında, “anılar”ında şunları yazıyor:
“4 Aralık, 1945 gününün sabahı üniversiteli faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya (Cağaloğlu’nda Tan Gazetesi) saldırdılar.
Orada bekleyen polisler olup bitene seyirci kaldılar. Görevlerini yapmaya kalkmadılar.
Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını kırıp içeri girdiler. Makineleri balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını indirdiler. İçindeki eşyayı kırıp döktüler. Sonra ellerinde kırmızı boya şişeleriyle ‘Serteller nerede?’ nâralarıyla bizleri aramaya koyuldular...
Bütün bunlar polisin gözü önünde oluyordu. Göstericiler bizi bulamayınca vahşi nâralarla yollara düştüler. Beyoğlu yakasına geçtiler, orada Sabahattin Ali ile Cami Baykurt’un çıkardığı La Turquie Gazetesi’nin matbaasına gittiler. Orasını da kırıp döktükten sonra, vapurla Kadıköy’e geçip bizi evimizde basmaya teşebbüs ettiler.
Hükümet, olaydan önce olduğu gibi, olaydan sonra da bu cinayeti işleyenlere karşı hiçbir harekette bulunmadı. Güpegündüz bir matbaayı yıkan bu faşist gençlerden hiç kimse tutuklanıp mahkemeye verilmedi. Bu işin İnönü’nün bilgisi içinde Başbakan Saraçoğlu’nun verdiği emir üzerine, polis tarafından tertiplenip yürütüldüğüne hiç şüphe yoktu. Gösteri yapan ve matbaaya saldıran gençler arasında birçok sivil polis vardı.
Kànun adına, hükümet adına, memleket adına yüz kızartıcı bir rezalet sayılabilecek olan bu 4 Aralık olayından ötürü sonunda kim tutuklandı, bilir misiniz? Biz. Yani, ben, eşim Sabiha Sertel ve Cami Baykurt. Bu olayın sorumlusu ve suçlusu olarak biz hapse atıldık ve biz mahkemeye verildik. Yargıçlar bizim haklı olduğumuzu biliyor ve anlıyorlardı. Fakat Ankara’nın emrine uyarak bizi mahkûm ettiler. Bereket versin Yargıtay bu kararı bozdu ve üç ay hapisten sonra tekrar özgürlüğümüze kavuştuk.
Kavuştuk mu? Hayır. Artık Tan Gazetesi’ni yeniden çıkarmak olanağı kalmamıştı.
Kırk yıllık çalışma hayatımın meyvesi enkaz altında yatıyordu. Evimiz polisle çevrilmişti. Arkamıza polis takılmıştı.
Mahkemeden ve hapisten kurtulmuştuk, ama bu kez daha geniş bir hapishaneye düşmüştük.” (Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Remzi Kitabevi, İstanbul 2000, s. 230)
*
O tarihteki Görüşler isimli derginin yazarlarından Aziz Nesin, 3 yıl sonra “Ey Türk Faşisti” başlıklı yazısıyla yapılan baskını şu şekilde kaleme aldı:
“Ey Türk Faşisti! Birinci vazifen Türk matbaalarını yıkmak, makineleri ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara saldırmaktır. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli, gazeteleri çamurlara serip üzerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir. Bu temel partinin hazinesidir.
“...Ey faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi bütün bu yapılanları kâfi görmeden, vazifen matbaaları yıkmak, makineleri ısırmak, namuslu vatanperverleri parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta, Halk Partisi’nin ambarlarında mevcuttur.”
*
(Risâle-i Nur Talebelerinin Mektubundan Bir Parça)
Aziz kardeşlerim,
Dün (4 Aralık 1945), Nur’un mânevî bir fütuhatı, bütün azâmet ve dehşetiyle İstanbul’da görüldü. Küfr-ü mutlakı dünyaya, hususan âlem-i İslâma yerleştirmek isteyen bir cemiyet ve onun naşir-i efkârı ve mürevvic-i âmâli olan bir-iki gazete (TAN, La Turquie) matbaası ve kütüphanesi darmadağın edilerek, dinsiz yaptık, komünist yaptık zannedilen gençlik ve mekteplilerin ağzıyla ve harekâtıyla ve fiilleriyle protesto edildi. ‘Kahrolsun komünistlik’ diye bedduâlar edildi. Bu cemiyetin, binler lira maddî, milyonlar lira da manevî zararı oldu. Ve üzülen bizlere, kalbimiz ve ruhumuzla çok alâkadar bir şahs-ı manevî, ‘Ey Nurcular! Şimdi maddî imkân hasıl olmuyor diye üzülmeyiniz. Nur’un fütuhatı geniş bir sahada devam ediyor. Küllî bir muvaffakıyet hasıl oluyor. Vesâire, vesâire’ diye bağırdı. Hâzâ min fazlı Rabbî. (Emirdağ Lâhikası, YAN, s. 92; Tarihçe-i Hayat, s. 425)