Siyasî Partiler Kanunu’na göre, partilerin en az 2 yıl, en fazla da 3 yılda bir olağan kongre yapması gerekiyor.
Bir dönem “Kurultay” tabirinin de kullanıldığı kongrelerde, genel başkan, yardımcıları ve parti teşkilâtında görev alacak, yahut makam sahibi olacak kimseler, delegelerin oylarıyla seçilirler.
Daha başka faaliyetlerin de sergilendiği kongreler, genellikle iki günde tamamlanır.
Ne var ki, 15 Ekim 1927 tarihinde başlayan Halk Partisi’nin (Halk Fırkası, CHP) 2. Kurultayı, tam altı gün devam etti. Sebebi, Mustafa Kemal’in Nutuk ismini verdiği hatıratını okuması.
Dolayısıyla, kongre faaliyeti yerine, delegeler günlerce Nutuk dinlemiş oldu. Tabiî, böyle bir şeyin demokratik sistem ve zeminlerde yeri olmasa gerektir.
*
Evet, tam altı gün (37 saat) boyunca okunan Nutuk’ta, yeni Türkiye’nin tarihi “Samsun’a çıkış günü” olarak kabul edilen 19 Mayıs 1919’dan başlatılıyor.
Bu tarihin öncesi yok. Anlatılmıyor. Hatta, Samsun’a nasıl gidildiği, oraya kimin emri ve onayı ile seyahat edildiği dahi Nutuk’ta yer almıyor.
Ne tuhaftır ki, Kemalistler de bu noktaları araştırma, soruşturma, sorgulama gereğini duymuyor. Dahası, bir “hatıra” niteliğinde olan, üstelik defalarca değiştirilerek orijinali de bozulan eline aldığı herhangi bir Nutuk nüshasında ne yazıyorsa, onu olduğu gibi kabullenme cihetine gidiyorlar.
Böyle bir tarih anlayışı olabilir mi? Orta yerde yığınla sorular varken, yakın tarihimizle ilgili bir tek Nutuk’la yetinmek, gerçeklikle uyuşmadığı gibi, iyi niyetle de bağdaşmıyor.
Bu anlamsız ve gereksiz cendereden sür’atle çıkılması gerekiyor.
Yakın tarihi sorgulayarak öğrenelim
Bu vesileyle, esasen Millî Mücadele kahramanı olduğu halde, sonrada zulme, gadre uğramış, hatta bir kısmı Nutuk’taki bakış açısı sebebiyle adeta “vatan haini” muamelesi görmüş bazı şahsiyetleri de hatırlatmakta fayda var. İşte, o kahramanlar zümresinden meşhûr olmuş birkaç isim:
Said Nursî
Kafkas Cephesi gazisi olup Millî Mücadele saflarında yer alan Bediüzzaman Said Nursî’ye, 1925’ten sonra adeta bir câni muamelesi yapıldı. Hiçbir suçu tesbit edilemediği halde, bütün vatandaşlık hakları men ve ihlâl edildi. Buna ne demeli, nasıl yorumlamalı?
Karabekir Paşa
Şark Cephesi’nde peşpeşe fetihler gerçekleştiren Kâzım Karabekir, 1925’ten sonra, adeta hain muamelesi gördü. İdamla yargılandı ve tâ 1939’a kadar Ankara’ya gelip ayak basamadı. İyi mi oldu? Peki, neden diye sormalı değil miyiz?
Halide Onbaşı ve Adnan Adıvar
Yine Millî Mücadele saflarında kendi çapında gayret göstermiş olan Halide Onbaşı ve kocası Adnan Adıvar da, 1925’ten sonra diskalifiye edilerek, sadece Ankara’yı değil, ülkeyi bile terk etmeye zorlandılar. Bunu da sorgulamak gerekmez mi?
Diğer bazı kahramanlar
Karabekir gibi, İstiklâl Madalyası’na sahip Çerkes Ethem, Erzurumlu Rüştü Paşa, Rauf Orbay, Refet Bele, Cafer Tayyar, Ali Fuat Cebesoy gibi Millî Mücadelenin gözü pek kahramanları da birer birer safdışı edildiler. “Niçin böyle oldu, bunlara neden böyle bed muameleler yapıldı?” diye sormak gerekmez mi? Yani, yakın tarihi bu minval üzere sorgulayarak öğrenmeli değil miyiz?