Bir önceki “Bediüzzaman Menderes’e mi oy verdi?” başlıklı yazıya adeta yağmur gibi tepkiler, mesajlar, telefonlar geldi.
Bu mesajlardaki tasdik, takdir, tebrik ve duâlar bizi ziyadesiyle sevindirip mesrûr eyledi.
Tepkilerin bir kısmı ise, haliyle tenkit şeklinde oldu. Bunu da gayet normal bir durum olarak karşılıyoruz.
İyi niyetli tenkit ve itiraz sahibi arkadaşlara, bilhassa iki noktayı düşünmeleri tavsiyesinde bulunduk. Şöyle ki:
BİR: Üstad Bediüzzaman, sırf Menderes’in şahsı için sandık başına gidip oy verdiyse şayet, Demokrat Partiye girmeden önceki aynı Menderes’e niçin hiç teveccüh göstermedi, siyasetine itibar etmedi ve niçin en ufak bir takdir ifadesini kullanmadı?
İKİ: Bediüzzaman Hazretleri, gerek mektuplarıyla ve gerekse talebelerini teşvik ederek Demokrat Partiye destek verdiği 1950 seçimlerinde, bu partinin başında—sonradan “İslâm kahramanı” dediği—Adnan Menderes mi vardı, yoksa eski İttihatçı, komitacı Kemalist Celal Bayar mı vardı?
* * *
Şahısperestlikte ileri gidenlerin bu suâlleri anlaması, yani konunun mahiyetini kavraması dahi zordur.
Siz böylelerine ne anlatırsanız anlatın, isterse bu noktada tutup kafa patlatın, o yine de sizi anlamaz, anlayamaz.
Zira, şahısperest kişi, sizi de kendi gibi zanneder ve ne yapıp edip sizi mutlaka bir şahsın adamı şeklinde görüp öyle de kategorize etmeye çalışır.
Dolmayı çift yutan körün misali gibi.
Böyleleri, maalesef ümitsiz vak’a durumundadır. Bu sebeple, bunları bırakıp muhakemesini çalıştırabilenlerle muhatap olunmalı. Tâ ki, boşa vakit harcamış, boşa çene çalmış bir duruma düşüp de sonradan hayıflanmayalım.
Mutabık kaldığımız hususlar
Mevzu hakkında fikir teatisinde bulunduğumuz hakperest kardeşlerle mutabık kaldığımız bazı hususları da burada özet olarak mütalâanıza takdim ediyoruz.
Üstad Bediüzzaman, elbette ki şahsî dostluğa değer vermiş ve şahsın hatırını hiçe saymamıştır. Hatta, bazen “eski dost zat”lara selâm gönderdiği de vaki olmuştur.
Fakat, onun bu tavrını bir nezaket kaidesi çerçevesinde ve hayra teşvik bâbında düşünüp değerlendirmek lâzım.
Zira, başka meselelerde olduğu gibi siyasette de hiçbir şahsın peşinden gitmeyen Üstad Bediüzzaman, daima muharrik-i bizzat olup Risâle-i Nur’da vâz etmiş olduğu ölçü ve prensipler doğrultusunda inisiyatif kullanarak hareket etmiştir.
* * *
Bir diğer husus, Celal Bayar örneğinde olduğu gibi şahıs ve misyona bakış meselesidir.
1946’da kurulan Demokrat Partinin başında Bayar olduğu gibi, 1950 seçimlerinde de yine aynı siyasetçi vardı.
Üstad ve talebeleri, şahıs/lider bazlı hareket etmedikleri, belki 35 sene sonra dirilen Ahrar’ın misyon çizgisine bakıp onu gördükleri için, o tarihlerde DP’yi desteklediler.
Aksi yöndeki bir iddia—Allah muhafaza—bizi “Üstad Bayar’ı destekledi” noktasına doğru sürükler.
Dünden bugüne doğru baktığımızda, Ahrar-Demokrat’ın lider kadrosu içinde, Bayar kadar İttihatçı, komitacı, Kemalist, hatta Ezan-ı Muhammediye muhalif bir tek adam gösterilemez.
Velhasıl, Üstad Bediüzzaman ve meşveretle hareket eden Nur Talebeleri, 1940’larda yahut 50’lerde Bayar’ın veya Menderes’in şahsı hatırına göre siyasî tercihte bulunmadıkları gibi, daha sonraki tarihlerde ve günümüzde de aynı ölçü ve prensipler müvacehesinde hareket edip tercih haklarını kullanmışlardır.
Buna göre, her kim ki tutup yine de “Siz falan adamı desteklediniz, siz zaten filan adamcısınız” gibi isnat ve iddialarda bulunursa, hiç şüphe yok ki, o kimse ya cahil ve muhakemeden yoksundur, ya demagog olup cerbeze yapıyor, ya bizi de kendi gibi şahısçı zannediyor, ya da kast-ı mahsusla ortalığı bulandırmaya çalışıyor.
Hülâsa: Başkası ne derse desin, ne yaparsa yapsın, bizim kendi ölçümüz şudur: Risâle-i Nur’daki kudsî hakikatlere istinad ile meşveret ve şûrâ kararları dairesinde hareket etmek. Şimdiye kadar kimse bizi bu istikametten ayırmaya, saptırmaya muvaffak olamadı, bundan sonra da inşaallah olamayacak.
Fikir Teatisi Düstûrları ‘ezber tekrarı’ diye küçümsemek
Allah şahittir ki, yazılarımızda yahut sohbetlerimizde hangi konuya temas etsek, bütün dikkatimizle evvelâ o konuya dair şaşmaz kudsî prensipleri, nuranî düstûrları düşünmeye ve bu çerçevede kalarak fikir beyanında bulunmaya çalışırız.
Bunda ne derece muvaffak olduğumuz ayrı mesele. Bu noktada insaflı tenkitlere açığız.
Lâkin, bazı kardeşlerimiz, o sadâkatli tavrımızı “ezber tekrarı” şeklinde telâkki ederek, hizmetimizi küçümsemeye çalışıyor.
Varsın, böyle demeye devam etsinler. Biz de, her vesileyle şunu iftiharla vurgulamaya devam edelim: “Biz, fâni şahıslara değil, bâkî hakikatlere bağlıyız. Biz şahısların inisiyatifine göre değil, şer’î emir, usûl ve esaslar çerçevesinde yapılan meşveret ve şûrâ kararlarına göre hareket ederiz. Vesselâm.”
* * *
Son olarak, Kur’ân’ın dellâlı olan Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, mâzi, hâl ve istikbâle taalluk eden ve bu geniş daireyi projektör gibi aydınlatan şu hakikatli ifadesini dikkatlere sunarak nokta koyalım:
Bütün kuvvetimle derim ki:
Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i şeriatla dâvet olunsam; neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.
Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden tarih celp namesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim.
(Divan-ı Harb-i Örfi, Sayfa 50)