"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Siyaset orduyu, emniyeti zehirler

M. Latif SALİHOĞLU
16 Mayıs 2022, Pazartesi
Polis ve jandarma, iç güvenliğin sağlanmasından sorumlu. Ordu ise, dış saldırılara karşı vatanı korumakla mükellef.

Bu silâhlı birliklerin tamamı, siyasî cereyanlardan uzak durmalı. Hatta siyasete hiç bulaşmamalı. Çünkü, siyaset bu teşkilâtları zehirler, felce uğratır. Kendi asıl işlerini yapamaz hale getirir. Bu ise, bir ülke için felâket demektir.

Nitekim, ordunun siyasete bulaşması, yani siyasetin askeriye içine girmesi sebebiyle, yakın tarihimizde birçok felâketin, fecaatin yaşandığı, bâriz şekilde anlaşılmış durumda.

Buna rağmen, komuta kademesinin, yahut ordu içindeki bir cuntanın siyasete karışması, ülke yönetimini kendi kontrolu altına almak için muhtıra vermesi, yahut darbeye kalkışması, bilerek-bilmeyerek vatan hainliğiyle eşdeğer hale gelmiş durumda.

*

Evet, bir ülke ve toplum için en büyük huzursuzluk, siyasetin orduya bulaşması, yahut ordunun siyasete müdahale etmesinde yaşanır.

Türkiye, ne yazık ki böylesi huzursuzluklara defalarca sahne oldu. Dahası, bu marazın sebebiyet verdiği sıkıntı ve huzursuzluğun yan etkileri halen de devam ediyor.

Meselâ, 20. asırdaki sıkıntının en şiddetlisi, Hareket Ordusunun 1909’da siyasete bulaşıp ihtilâl yapmasıyla başladı. O azim günahkârlığın ara ara nükseden habis tesiri, yüz küsûr yıldır devam ediyor.

Evet, siyasete bulaşmış ordunun o tarihte başlayan “idareye el koyma” alışkanlığı, sadece sindirmeye çalıştığı muarızlarına karşı değil, kendi iç bünyelerinde de aynen devam etti.

İşte, bu menhus alışkanlığın eseri olarak, 1909 Nisan–Mayıs’ında siyasî muhaliflerini darbe ile iktidardan indiren İttihatçılar, siyaseti askeriyeye bulaştırmakla 1912 yılı genel seçimlerini de adeta bir “sopalı seçim”e çevirdi. Zulüm ve baskı metoduyla Ahrar Fırkasını siyaset denkleminden çıkarmayı başaran İttihatçılar, aynı sene içinde bu kez kendi içinde bölünmeye başladı: Muhalif grup, Halâskâr Zâbitân ismiyle İttihatçılardan ayrıldı. Böylelikle, siyasî muhalefetin yerini zâbitan (subay) grubu aldı.

Zabitan–ı Halâskâran, dağa çıkıp hükümet değişikliği için İttihatçılara baskı yapmaya başladı. İttihatçılar buna boyun eğdi, ancak yine de siyasî istikrar sağlanamadı. Dahası, 8 Ekim 1912’de Balkan Savaşı başladı ki, bu kritik süreçte ordunun bütünlüğü bozulmuş, hatta iç bünye siyaseten zehirlenmiş durumdaydı. Bir grup diğerinin yardımına gitmiyor, birbirlerini yardımsız, desteksiz bırakıyordu.

Siyaseten cephelere ayrılan zabitler (subaylar, paşalar), emirleri altındaki askerleri de savaşamaz, mücadele edemez bir hale getirmişler idi.

Bu dehşetli zaafı sezen düşman kuvvetleri, Rumeli’deki Osmanlı topraklarını istilâya başladı. Canını kurtarabilen Müslüman nüfus, büyük dalgalar halinde ve fakat perişaniyet içinde Balkanlar’dan Anadolu’ya hicret etti. Bir avuçluk Bulgar ordusu da, Trakya’da ilerleyerek Edirne’yi aldı, tâ Çatalca önlerine kadar geldi. Üstelik, ciddiye alınır hiçbir mukavemet göremeden.

Dedik ya, siyaset orduyu perişan etmiş, onu savaşamaz bir hale getirmişti.

Rumeli’deki yenilgiler, bir hükümet değişikliğini de beraberinde getirdi. Sadrâzam Gazi Ahmet Muhtar Paşa istifa etti. Yerine ise, 29 Ekim 1912’de Kıbrıslı Mehmet Kâmil Paşa getirildi.

Bu esnada, bazı diplomatik atraksiyonlar yapıldı ise de, sıkıntıları hafifletici bir netice alınamadı. Londra’da toplanan Balkan bölgesi devlet temsilcileri, Osmanlı hükümetine şu notayı verdi: Edirne Bulgaristan’a, Ege adaları da, başta İtalya olmak üzere Avrupa devletlerine bırakılacak.

Kâmil Paşa kabinesi, Londra kararlarının etkisinde kalmıştı. Bu da umumi bir memnuniyetsizliğe yol açtı. Aynı günlerde Lüleburgaz ve Kırklareli’nde yaşanan yenilgi, mevcut hükûmeti büsbütün çıkmaza soktu.

Hükümet, habire toplanıyor, ancak ne hikmetse dirayetli bir kararlılık sergileyemiyordu. Bu da, umumî bir memnuniyetsizliğe sebebiyet vermiş durumdaydı.

Hükümetin pasifliğine daha fazla dayanamayan İttihat–Terakki merkezi, bir hükümet darbesini planladı. Cemiyet merkezinde gizlice toplanan İttihatçılar, bu işe Enver Paşayı uygun gördüler. 23 Ocak 1913 günü beyaz bir ata binen Enver Paşa ve beraberindekiler, cemiyetin Nuruosmaniye’deki merkezinden Babıali’ye doğru harekete geçti. İşte, meşhûr Babıali Baskını da bu şekilde başladı ve kanlı bir hükümet değişikliği ile neticelenmiş oldu.

Özellikle Hareket Ordusunun davranışı, daha sonraki yıllarda da ordunun siyasî darbe için harekete geçmesine son derece kötü bir örneklik hali teşkil etmiş oldu.

Okunma Sayısı: 1651
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı