Serbest Fırka denemesini saymazsak, yeni demokrasi döneminin ilk mahallî seçimleri 26 Mayıs 1946 tarihinde yapıldı.
Seçim, normalde 4 ay sonra, yani Eylül ayında yapılacaktı. Mahalli seçimin hem erkene alınması, hem genel seçimlerden iki ay önce yapılmasının sebebi, henüz yeni kurulan, 7 Ocak’ta resmî kuruluşunu henüz tamamlayan taze muhalefet partisi Demokrat Partinin toparlanıp güçlenmesine fırsat vermemek idi.
Burada bir anormallik vardı; ancak, demokrasiye yeni geçildiği için, anormallikleri sineye çekmekten başka çare görünmüyordu.
Evet, mahalli seçimler yapılıyordu; ancak, buna serbest seçim demeye bin şahit bile yetmezdi. Zira, alabildiğine baskıcı ve faşizan bir uygulama söz konusu idi.
Nitekim, dozu giderek artan baskılar sebebiyle, muhalefetteki Demokrat Parti, seçimleri boykot ile katılmama kararı aldı.
Bu durum karşısında, CB İsmet Paşa liderliğindeki CHP tek başına mahalli seçimlere girmiş oldu. Yani, bir yönüyle kendi çalıp kendi oynamış oldu.
Mahalli seçim gibi, genel seçimlerin hem tarihiyle, hem şekliyle de keyfi bir şekilde oynandı. Demokratlar, 21 Temmuz’a çekilen ve muhalefete baskın seçim uygulamasını dayatan İsmet Paşaya karşı önce direnme ve seçimleri boykot etme niyetine girdiler. Ne var ki, hem iktidardan, hem de halktan gelen farklı tepkiler sebebiyle, hazırlıksız da olsa, Demokratlar, ilk defa olmak üzere genel seçimlere katılmayı kabullenmek durumunda kaldılar.
*
Türkiye’nin çok partili sisteme geçtiği 1945-50 arasındaki dönem, hemen her yönüyle garip ve tuhaf gelişmelere sahne oldu. Bunların bir kısmını maddeler halinde sıralamak gerekirse, özetle şunları ifade etmek mümkün:
BİRİNCİSİ:
Seçimlerde, demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen “Açık oy, gizli tasnif” uygulaması yapıldı.
Yani, süngülerin gölgesinde sandığa giden seçmen vatandaş, hangi partiye oy verdiğini açıktan belli ediyor; ama, oyların sayım ve dökümü gizli şekilde yapılıyordu.
İKİNCİSİ:
26 Mayıs’taki mahallî seçimler, iki ay sonra (21 Temmuz’da) yapılacak olan genel seçimlerden evvel yapıldı. Bu çok da anormal bir durum değildi. Normalde durum, bunun tam tersi olmalıydı. Önce genel, ardımdan yerel seçimler şeklinde…
İkinci anormallik ise, hem mahallî, hem genel seçimlerin kasıtlı olarak “baskın seçim” şeklinde yapılması oldu.
Aslında, her iki seçimin de farklı ve daha rahat zamanlarda gerçekleştirilmesi mümkün iken, sırf muhalefetteki DP kendini toparlayıp seçimlere hazırlanamasın diye, her iki seçim de bir nevi emrivâki-defakto bir tarzda yapıldı.
ÜÇÜNCÜSÜ:
Dayanılmaz baskılar sebebiyle mahalli seçimleri boykot eden Demokrat Parti, 21 Temmuz’da (1946) yapılmasına karar verilen genel seçimleri de boykot etmeye niyetlenmişti ki, beklenmedik başka gelişmeler yaşandı.
Seçimlerin boykot etme niyetinin gerekçesi şuydu: Normalde bir sene sonra yapılması gereken genel seçimler, İsmet Paşa tarafından telâş ve aceleyle erkene alınarak iki ay sonra yapılmasına karar verilmiş olması.
İsmet Paşa, genel seçimlerin de boykot edilmesi halinde, buna sebep olanların “vatan hainliği” isnadı ile mahkemeye verileceğini açıkladı.
İsmet Paşa’nın sözünde durmadığını ve keyfi şekilde hareket ettiğini dillendiren Demokrat Parti yönetimi, bu aleni tehdit karşısında, hiç de hazırlıklı olmadığı 1946 genel seçimlerine katılmaya bir yönüyle mecbur kaldı. Bu kararın üzerinde, şüphesiz halktan gelen şiddetli taleplerin de etkisi vardı.