Sayın Erdoğan’ın İstanbul’da meydanlara çıkıp çıkmayacağı merak konusuydu.
İlk başlarda “39 ilçede miting yapacak” diye hava basıldı. Ardından, papatya falı gibi “çıkacak-çıkmayacak” şeklinde tahminler ileri sürüldü. Derken, seçime 4 gün kala meydanlara çıkıp arz-ı endâm etmeye başladı.
Reis, meydanlara çıkar çıkmaz, en yüksek perdeden rakip tarafın Belediye Başkan Adayı İmamoğlu’na yüklendi. Ne Yunanlığını bıraktı, ne terör yandaşlığını. Dahası, bir-iki tehditli ifadeden sonra şu siyasî bombayı infilâk ettirdi: “23 Haziran Pazar günü İstanbul’da yapılacak olan seçimi ya Sisi kazanacak, ya da Yıldırım...”
Sisi, Mısır’da merhûm Mursi’yi deviren mâlum cuntanın başı, darbeci diktatör.
AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın “azgın azınlık” damgasını da yaftalayarak eklemlemiş olduğu o ajite edici o sözleri, ister istemez akıllara şu soruları getirdi:
1) Mısır’daki eli kanlı zalim Sisi ile Ekrem İmamoğlu’nun birbiriyle ne alâkası var?
2) Demokratik yöntemlerle seçim kazanmış bir Cumhurbaşkanı, yine demokratik bir seçimin arifesinde bu tür sözleri sarf etmesi doğru mu? Kime yarar, neye yarar?
3) Azgın azınlık kim? Topa tuttuğunuz rakip aday yüzde 48’in üzerinde oy aldığına göre, bu ifade ile 4-5 milyon civarındaki seçmen kitlesini her halde kast etmiş olmazsınız. O halde kim?
4) Bir Cumhurbaşkanı iki adayın yarıştığı İstanbul seçimlerine bütün kuvvetiyle yüklenmesi ne derece doğru? Rakip adayları niçin başbaşa bırakmıyorsunuz da, devletin kuvvetini arkanıza almak sûretiyle kendiniz seçim meydanlarına çıkıyorsunuz? Bu durumda, kendi konumunuzu iç ve dış kamuoyu nazarında riske atmış olmuyor musunuz?
5) Acaba, rakip tarafa yönelik olarak söylenen illet, zillet, hain, terör yandaşı ve benzeri salvolar yetmediği için mi, ayrıca Rum, Yunan, Potus ve son olarak Sisi yakıştırmalarına ihtiyaç duyuldu? AKP’lilere soruyoruz: Sahi, sizdeki “seçim ve demokrasi”nin adı bu mu? Eğer bu ise, bunun izahı, ifadesi, ölçüsü, kaynağı hangi dinde, hangi kitapta var? Söyleyin, biz de bakalım, görelim.
* * *
En üst perdeden vurgulanan “Ya Sisi kazanacak, ya da Yıldırım” sözünü hiçbir şekilde kabul ve tasvip etmemiz mümkün değil. Şiddetle reddediyoruz. Ayrıca, ne Sn. İmamoğlu Sisi’dir, ne de Sn. Yıldırım’ın kendisi Mursi’dir. Bize göre, İstanbul seçimleriyle igili umumî manzara, Mısır’daki gelişmelerden ziyade, 1908’deki İstabul manzarasını andırıyor.
Mâlum, o tarihte mutlakiyet-istibdat taraftarları ile hürriyet-meşrutiyet taraftarlarının çekişmesi var: İstibdata taraf olanlar, Sultan Abdülhamid’in etrafında kümelenmiş iken, muhtelif renklerden, unsurlardan oluşan hürriyet ve meşrûtiyet taraftarları ise, daha ziyade fikrî ve siyasî kriterlerde anlaşmaya varmışlar. Ne var ki, siyasî ve içtimaî nimetlerin olgunlaşması, boy verip etrafı şenlendirmesi hemen birden olmuyor; nisbeten uzun zamana mütevakkıftır.
Ayrıca, her nimetin bir külfeti, bir bedeli vardır ki, bu meyanda çok ağır bedeller ödendiği gibi, külfet kısmı da 111 yıldır devam ediyor. Ümit ve temenni edelim ki, hürriyet ve demokrasinin bundan böyle daha çok meyvesi, semeresi görülsün.
*****
GÜNÜN TARİHİ 21 Haziran 1606
Estergon Kalesi subaşı durak
Yaklaşık on yıl kadar Avusturya'nın elinde kalan Estergon Kalesini ikinci kez fetheden Boşnak Asıllı Lala Mehmet Paşa, sefer dönüşü hastalanarak 21 Haziran 1606’da vefat etti..
Zaman zaman "başkent" olma özelliği de taşıyan Estergon şehrinin kale bölgesi, tıpkı Topkapı Sarayı mevkii gibi harikulâde bir fizikî güzelliğe sahip.
Bu müstahkem kale şehir, 12 Eylül 1683'teki Viyana Bozgunundan sonra yeniden Avusturyalıların eline geçti.
Estergon'un kaybedilmesi üzerine yakılan bir şiir, asırlardır mehter marşı havasında acıklı acıklı söylenir durur:
Estergon Kalesi su başı durak,
Kemirir içimi bir sinsi firak,
Gönül yar peşinde, yar ondan ırak.
Akma Tuna akma, ben bir dertliyim.