Ceza muhakemesinde asıl olan tutuksuz yargılamadır.
Tutuklamayı gerektiren haller kanunda sayılmıştır. Bu husus temel insan hakları açısından olduğu kadar; usûl ekonomisi açısından da önemlidir. Yani yargılama; hem şüphelinin ve yakınlarının insanlık onurunu yaralamasın, hem de devlete ağır maliyete yol açmasın. Bu hususa mahkeme kararlarında, Yargıtay içtihadlarında, AİHM kararlarında sıklıkla vurgu yapılır.
Yeni Türk Ceza Adalet Sisteminde benimsenen, “Kişilerin Lekelenmeme Hakkı” ile “Eksiksiz soruşturma ve Tek Celsede Duruşma” prensipleri uyarınca, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcılarının mâkul sürede bütün delilleri toplamaları, sadece mahkûmiyetle sonuçlanacağını değerlendirdikleri hususları dâvâ konusu yapmaları, beraatle sonuçlanacağını değerlendirdikleri eylemleri dâvâ konusu yapmamaları, yâni bir nev’i filtre görevi yapmaları gerekir. Hâlâ iddianame yazılmasını hem de tutuklu olarak bekleyen şüphelilerin olması, bu prensiplerin ne kadar hayatî öneme sahip olduğunu açık şekilde göstermektedir.
CUMHURİYET SAVCISI ŞÜPHELİ LEHİNDEKİ DELİLLERİ DE TOPLAR
Bu prensiplerin hayata geçirilebilmesi için mevzuatımızda ilk defa, 5271 sayılı CMK’nın 160/2. maddesi hükmü ile; soruşturma evresinde Cumhuriyet savcılarına şüphelinin lehine olan delilleri (de) toplama ve şüphelinin haklarını koruma yükümlülüğü getirilmiş, ayrıca; 170 ve 174. madde hükümleri ile de, iddianamenin iadesi kurumuna yer verilmiştir.
Delil toplanmaksızın, deliller şüpheliye isnat edilen fiille veya şüpheliyle ilişkilendirilmeden hazırlanan bir iddianame, şüphelinin adil yargılanma hakkını, lekelenmeme hakkını ihlâl eder. Hiç şüphesiz adil yargılanma hakkı sadece kovuşturma evresiyle ilişkili bir hak değildir.
HAKSIZ DÂVÂ AÇMAMAK
Haksız dâvâ açmamak, iddianame düzenlememek bir Cumhuriyet Savcısının görevine en uygun endişe olmalıdır. Şüpheli hakkında düzenlenen haksız ve yersiz bir iddianame, kişi hakkının ihlâlidir. Kişinin haksız yere sanık sıfatına sokulması ve bazen belki de yıllarca sürecek bir yargılama sürecine mahkûm edilmesi psikolojik bir travmadır. Bu travmadan kaçınmak için meşhur tabirle ‘kılı kırk yarmak’ gerekir. Bütün özene rağmen travma meydana gelmiş ise; o zaman bunun telâfi ve tazminini düzenleyen hükümler devreye girer.
GEREKTİĞİNDE TAHLİYE TALEP ETMEK DE GÖREV GEREĞİDİR
Yeni bir delil ortaya çıkıp tutuklama şartlarının ortadan kalktığını gören cumhuriyet savcısı şüphelinin tahliyesini talep etmekten çekinmemelidir. Hatta acil durumlarda re’sen tahliye yetkisi de vardır. Ancak bu yetki pek kullanılmaz.
Yargılama sonunda ise mümkün olduğu kadar belirtilen suçlarda tutuklama yerine; denetimli serbestlik, kamu yararına bir işte çalışma gibi cezalar verilip en az zararla en fazla fayda sağlama amaç olmalıdır.
BİR FIRSAT DAHA: TEVBE KAPISI AÇIKTIR
Daha ağır suçlarda hüküm verilip ceza kesinleştikten sonra ise; infaz hukuku çerçevesinde suçluların ıslâhı ve tekrar topluma kazandırılması devreye girer. Bu da çeşitli meslek kursları ve sanat atölyeleri açarak, seminer, konferans, panel düzenleyerek; tiyatro ve film gösteriminin yanı sıra, kitap okuma teşvik edilerek, kabiliyetine göre istihdam edilerek yapılmaya çalışılır.
Mahkûmların iyi hali ve hapis süresine göre kapalı, yarı açık ve açık cezaevlerinde cezaları infaz edilir. Bu gün hem mahpuslara, hem de ülke ekonomisine ciddî katkı sağlayan açık infaz kurumları vardır. Tarım ürünlerinden sanayi mamullerine kadar geniş bir sahada üretim yapılmaktadır.
Kimseyi kınamadan, musîbetine sevinmeden, zalimleri ve mazlûmları birbirinden ayırarak, adaletin idam mahkûmunun bile hakkı olduğunu unutmadan herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır. Ceza bir olur, ayrıca hükümlünün şeref ve haysiyetine hakaret etmek, kendisinin ve ailesinin onurunu rencide etmek adalete aykırıdır.