Demokrasinin sağlıklı işlemesi için; güçlü hukuk devleti, hür ve bağımsız medya, şuurlu bir toplum, eğitimli seçmen kitlesi vazgeçilmez unsurlardır.
Madem “bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit” ediyor, demokrasiye adem-i liyakatini gösteriyor, demokrasiye zarar veriyor; öyleyse bazı temel prensipleri hatırla/t/makta fayda var.
Elbette demokrasi tartışılmaz değildir, hele dinin alternatifi hiç değildir. Nitekim tartışılıyor, ve gelişimi devam ediyor. Eksik ve kusurlarına rağmen insanlığın ulaştığı “çoğulcu (çoğunlukçu değil) demokrasi” ve parlamenter sistem meşverete en yakın sistem görünüyor.
Kelime batıdan geldi diye demokrasiyi küfür rejimi olarak nitelendirmek doğru olmadığı gibi, ısırıcı saltanatı ve istibdadı İslâmî diye vasıflandırmak da yanlıştır. Elbette her şey gibi demokratik değerlerin de suistimal edilmesi mümkündür.
Suistimal ediliyor diye değerlerden vazgeçilmez, bilâkis suistimali engellemek esastır.
***
Bir diğer husus, bir şahsın şahsî kemâlâtı ile içtimaî ve siyasî hatalarının örtülmek istenmesidir. Halil Elitok hocamız, Hz. Muaviye’nin (ra) kemâlâtının yanı sıra yaptığı yanlış ve zulümleri gazetemizde yazdı. (19-20 Ağustos)
Onun Sahabe-i Kiramın ileri gelenlerinden olması, Hz. Peygamberin (asm) kayınbiraderi ve vahiy kâtibi olması, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Peygamberimizin (asm) mektuplarını yazması ayrıdır; hilâfetin ısırıcı saltanata dönüştüğü Emevî döneminde muhaliflerini bertaraf etmek için İslâma ve insanlığa aykırı, haksız ve zalimce yöntemleri kullanması ayrıdır.
MAHARET AYRI, SALÂHAT AYRIDIR
Üstadın II. Abdülhamid’i velî olarak nitelemesi ayrı, istibdadına ve zalimce uygulamalarına karşı çıkması ayrıdır. Şahsî kemâlât kul ile Rabbi arasındadır. Bizi asıl ilgilendiren husus insanlara karşı takındığı tutum ve davranışlarıdır.
Maharet ayrı, salâhat ayrıdır. Salâhat, Allah’ın emir ve yasaklarına uyup, ahlâklı bir insan olmak demektir. Maharet ise, işinde becerikli ve uzman olmaktır.
Bir insan hem dindar, hem de aynı zamanda uzman bir sanatkâr olursa mükemmel olur. Değilse sanat tercih edilir. Bir müftü veya Şeyh Efendi dindar diye Maliye Bakanı yapılmaz. Çünkü aslolan sanatı ve uzmanlık alanıdır.
DEMOKRASİ ŞERİATA MUHALİF Mİ?
Bediüzzaman Münazarat’ta demokrasiyi izah ediyor, tereddütlere cevaplar veriyor. Sonradan demokrasi olarak adlandırılan meşrutiyetin dört mezhepten delilleri olduğunu belirtiyor. Nitekim bu bâkir alan hâlâ araştırmacılarını bekliyor.
“Sual: ‘Hürriyette insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar etmemek şartıyla bir şey denilmez’ diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?
Cevap: Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira, nazenin hürriyet, âdâb-ı Şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır.”
Sual: Bazı adam, ‘Şeriata muhaliftir.’ diyor?”
“Cevap: Ruh-u meşrutiyet, şeriattandır; hayatı da ondandır. Fakat ilcâ-i zaruretle teferruat olabilir, muvakkaten muhalif düşsün. Hem de her ne hâl ki, meşrutiyet zamanında vücuda gelir! Meşrutiyetten neş’et etmesi lazım gelmez.”
Bu arada “Şeriatın, yüzde doksan dokuzunun ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete ait” olduğunu, ancak “yüzde bir nisbetinde siyasete müteallik” olduğunu hatırda tutmakta fayda var.
Devam edelim inşallah.