İnsanoğlu; isteğinin yerine gelmediği, muradına ulaşamadığı hâllerde zamana kızar, şikâyetlerde bulunur. Zaman ise Allah’ın çok kıymetli ve hârika bir sanatıdır. Bu şikâyetler ile Allah’ın takdirine itiraz söz konusu olmaz mı?
İkinci Meşrûtiyetin ilânı sonrasında beklenilen hürriyet, ittihat ve kalkınma dolu tanzimin uygulamalarında beklenilen ümidin rağmına ziyadesiyle eskiyi katmerli şekilde aratan istibdat ve baskı dolu bir yönetim, idareyi ele alır. Her yer karanlık, her taraf ümitsizlik dolu bir ahvalin şikâyetleri göklere çıkar.
Bu şikâyetler o zamanlarda olduğu gibi diğer zamanlarda da mümkündür. Nitekim ferdî hayatımızda olduğu gibi içtimaî hayatta da söz konusudur.
Zuhur eden hadise, hayırlı ise nefsin istek ve arzusuna uygun olduğu için ses çıkarılmaz. Şer ise, nefsin heva ve arzusu hilâfına olduğundan şikâyetler yükselir. İşte böylesine her arzu edilen, kâinatta cari olan kanunlara uygun, Allah’ın hikmetine münasib olmayabilir.
Şer diye bildiklerimizin, nihayette hayra vesile olmuşluğunun yanı sıra şu imkân dünyasındaki Allah’ın kaderî hesaplarıyla, sonsuz kudretiyle, engin hikmetiyle yapılan icraatlar, yaratılışlar, bizim o şiddetle istediğimiz şeyleri diyelim ki versin, verse de tutamaz, düşse de kaldıramaz. Bir şahsın arzuları için, büyük hareket durdurulmaz. 1 Zira “Feleğin çarkını çeviren kanun-u İlâhî, senin hatırın için -o pek geniş kanun-u kaderî- değiştirilmez.”
“Ey müteşekkî! (şikâyetçi) Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz’î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun? Ne biliyorsun ki, zannettiğin nimet, nikmet (ceza) olmasın? Senin ne kıymetin var ki, sineğin kanadına müvâzi (denk) olmayan hevesini tatmin ve teskin için felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin?” 2
“Hiçbir insanın Cenâb-ı Hakk’a karşı hakk-ı itirazı (itiraz hakkı) yoktur ve şekva ve şikâyete de haddi yoktur. Çünkü şikâyet eden ferdin hilâf-ı hevesini (hevesinin aksini) iktiza eden nizam-ı âlemde binlerce hikmet vardır.” 3
“İşte, otuz sene evvelki cevaba Risale-i Nur dahi zelzeleler bahsinde, böyle küçük bir hâşiye ilhak ediyor ki: Her bir unsurun, maddî ve manevî kış ve zelzele gibi hâdiselerin, yüzer hayırlı neticeleri ve gayeleri varken, şerli ve zararlı bir tek neticesi için onu vazifesinden durdurmak, o yüzer hayırlı neticeleri terk etmekle, yüzer şer yapmak, tâ bir tek şer gelmesin gibi hikmete, hakikate, rubûbiyete münafi olur. Fakat küllî kanunların tazyikinden feryad eden fertlere, inâyât-ı hassa (özel yardımlar) ve imdâdât-ı hususiye (hususî imdatlar) ile ve ihsânât-ı mahsusa (hususî ihsanlar) ile Rahmânü’r-Rahîm, her bîçarenin imdadına yetişebilir, dertlerine derman yetiştirir. Fakat o ferdin hevesiyle değil, hakikî menfaatiyle yardım eder. Bazen, dünyada istediği bir cama mukabil, ahirette bir elmas verir.” 4
Kâinattaki hayır ve şerrin işleyişi, insanın basit ve ihatasız heveslerine göre sürmüyor. Dolayısıyla insanın arzu ve hevesleri, Allah’ın ezelî hikmetini tesir altına alamaz.
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, s. 196, YAN-2017
2- Bediüzzaman Said Nursi Mesnevî-i Nuriye, s. 211 (Şemme)
3- Mesnevi 187
4- Kastamonu, 132. Mektub