"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Çözüm sürecinin düşündürdükleri (3)

MÜŞFİK GEMİCİ
19 Ekim 2013, Cumartesi
Önceki yazımızda, sorgulanmadan geçiştirilen bazı önemli tarihî hadiselere değinilmişti. Yakın tarihten de bir örnek vererek günümüzdeki durumu tahlil etmeye çalışalım. Yakın tarihimizin en mühim hadiselerinden biri, 1974 yılında yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı’dır. Demokrat Parti’nin diplomasi başarısı olan 1959 Zürih Garanti Antlaşmasına* dayanarak, uluslar arası hukuka uygun yapılan bu harekât sırasında son derece üzücü bir vak’a meydana gelmiştir.

Ada açıklarında seyir halinde bulunan Türk donanmasına ait savaş gemilerinin, yanlış istihbarat sonucu, Yunan savaş konvoyu olduğu şeklinde bildirilmesi üzerine hareket eden Türk jetleri, kendi savaş gemilerimizi bombalayarak, bu gemilerden Kocatepe muhribinin batmasına, diğer iki geminin hasar görmesine, 54 şehit ve birçok yaralıya sebep olmuştur.
Önceki yıl, Irak sınırında kaçakçılık yapan köylülerin, terörist sanılarak bombalanması hadisesini hatırlatan ve tam bir skandal olan bu olay, o günlerde zaferle sonuçlanan harekâtın gölgesinde kalmış, ne kamuoyu tarafından sorgulanmış ve ne de sorumluları adalet önüne çıkarılmıştır.  
Geçmişte cereyan edip, sorgulanmadan tarihin sisli sayfaları arasında kalmış daha nice hadiseden sarf-ı nazar ederek; yazımıza başlık olarak aldığımız “çözüm süreci” terimini terminolojiye kazandıran, 1984 yılındaki Eruh ve Şemdinli baskınları ile ülke gündemine yerleşen ve otuz yıldır devam eden terör sorununa gelelim.
Halen gündemin üst sıralarındaki yerini koruyan bu sorunun sebebi olarak; tarihî, kültürel, etnik, siyasî, sosyo-ekonomik gibi onlarca husus sayılabilir ve bu sebeplerden her birinin az ya da çok etkisinin olduğu söylenebilir.
Ancak, asıl sebebin; “demokratik insan haklarındaki kısıtlamalar” olduğu gerçeği gözardı edilmiş; sorunun temelinde, devletin kuruluş felsefesindeki ulusalcı ve katı laikçi anlayışın yattığı hususu sorgulanamamıştır. Bu çerçevede; etnik farklılıkların inkârından anadilin yasaklanmasına; din ve vicdan özgürlüğünün kısıtlanmasından, çeşitli baskı ve zulümlerle köy boşaltmalara ve sürgünlere kadar, antidemokratik pek çok uygulamadan söz edilebilir.
Terörün bir başlangıç olmayıp, bu temel hakların kısıtlanmasının bir sonucu olduğu bir türlü idrak edilememiştir. Sorunun temeline inilmeden, sorun kimi zaman etnik, kimi zaman ekonomide geri kalmışlık gibi sebeplere dayandırılmış, bazen de sıradan bir güvenlik problemi olarak görülmüştür. Teşhis yanlış olunca çözüme de ulaşılamamış, telâfisi imkânsız maddî-manevî kayıplar meydana gelmiştir.   
Siyasî sorumlularca, “anarşinin son çırpınışları” olarak nitelendirilen Eruh ve Şemdinli eylemlerinden beri geçen zaman içinde göreve gelen ondan fazla hükümetin her biri, bu sorunun kökünü kazıyacağı ve akan kanı durduracağı iddiasıyla işe başlamasına rağmen; uygulanan yanlış politikalar sonucu, daha da kök salmış, içinden çıkılamaz hale gelmiştir.
Devletin yanlış teşhisi sebebiyle mücadelenin kaybedildiği gün, ilk ses getirici eylemin yapıldığı 15 Ağustos 1984 akşamının ertesi günüydü.  O gün devlete düşen görev; bu olayın doğru teşhis edilip, eylemi yapanların bulunup cezalandırılması ve bölge halkına, devletin yanlarında olduğu mesajının verilmesi idi. Oysa görgü şahitlerinin anlattıklarına göre, Eruh’ta ertesi gün halkı meydanda toplayan yetkili kamu görevlisi, hakaretlerle onları azarlamış, adeta saldırıdan sorumlu tutmuştu. Neticede korkulan olmuş; devlete küsen halk, örgüte sempati duymaya başlamış ve o gece saldırıyı gerçekleştiren terör grubunun başındaki militanın ismi bölge çocuklarına verilir hale gelmiştir. 
Halkı kazanmak yerine, sürekli aşağılayıp hor gören, suçlu muamelesi yapan bir anlayışın sonucu, terör örgütü amacına ulaşmakta zorlanmamış; halkın en azından önemli bir kısmının desteğini kazanmış; karşı çıkanları da terör yolu ile korkutarak etkisiz hale getirmiştir. Açıkçası, hadiseler tam da örgütün istediği biçimde gelişmiş, devlet halkı küstürürken, örgütçe yapılan propagandalar karşılık bulmuştur.  
Zaman içinde, hadisenin sanıldığı gibi anarşinin son çırpınışları ya da bir avuç eşkıyanın işi olmadığı anlaşılmış; fakat bu defa daha büyük bir hata yapılarak, sınır karakollarındaki Jandarma geri çekilip yerine piyade birlikleri yerleştirilmiştir. Yani örgütün karşısına, yurtiçi güvenliği ve asayişi sağlamakla görevli jandarma ve polis yerine, doğrudan ordu çıkarılmıştır.
Bu yanlış taktik, mücadelenin kaybedildiği kırılma noktasıdır. Gerilla biçiminde örgütlenen gayr-ı nizamî bir gücün karşısına düzenli bir ordunun çıkarılması ile örgütün ekmeğine yağ sürülmüş, ister istemez halkla ordunun karşı karşıya gelmesine müsait bir ortam oluşmuştur.
Zaman içinde, bazı komutanlar bu durumdan şikâyetçi olarak, ordunun doğrudan terör örgütünün karşısına çıkarılmasının yanlış olduğunu söylerken; bazı komutanlar da Silâhlı Kuvvetlerin terör örgütünü bilmem kaç defa bitirdiğinden, ama örgütün eleman tedarik ederek yeniden güçlendiğinden dem vurmuş, fakat iş işten geçmiş, olan olmuştur.
Bu arada cephe genişleyip savaşın şekli değiştikçe, işin içine Ergenekonvari yapılanmalar girmiş,  pek çok faili meçhul cinayetler işlenmiştir. Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan örneklerinde olduğu gibi, terörün ortadan kalkması için dürüstçe görev yapan asker ve sivil bürokratların kimi açıkça, kimi de kaza süsü verilen suikastlarla devre dışı bırakılmıştır. 
Gelinen noktada; on yılı aşkın bir süredir iktidar görevini üstlenmiş olan mevcut hükümet, soruna etnik kökende bir açılım adı koymakla en başta yanlış yapmış; sorunun çözümü için istekli / isteksiz, doğru/yanlış bazı teşebbüslere kalktığında ise muhalif cephenin şiddetli tepkisi ile çoğu zaman geri adım atmayı tercih etmiştir.
Neyse ki, hatasını anlamış olsa gerek. Bu defa, “demokratik çözüm paketi” adı altında yeni bir adım atma yoluna giderek, en azından doğru bir serlevha ile ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Paket muhtevasının beklentileri ne ölçüde karşılayacağı, kangrenleşmiş soruna neşter vurmadaki isabet derecesi ve ne ölçüde derde deva olacağı hususlarını birlikte göreceğiz.

* http://www.mfa.gov.tr/garanti-antlasmasi-_zurich_11-subat-1959_.tr.mfa

Okunma Sayısı: 1428
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı