24 Eylül 2013, Salı
“İslâmcı partilerin iktidarı” başlıklı yazımızda, “İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir.” ibaresindeki mütedeyyinlik oranının, hem halk ve hem de parti kadroları için geçerli olduğunu ifade etmiş, sebebini izah etmeye çalışmıştık.
Bir okuyucumuz, e-posta göndererek, bu oranın sadece halk için olduğu, parti kadroları için olmadığı, özetle “... İslam’ı başa geçirmeyi hedefleyen bir partinin kadrosu, kırk sene evvel de yüzde yüzüne yakını mütedeyyindi, bugün de...” şeklinde görüş bildirerek, düzeltme yapmamızı talep etti.
Okuyucumuza Risale-i Nur’la ilgili hassasiyetinden dolayı teşekkür ederek; oluşabilecek tereddütleri gidermek babında, bazı hususlara açıklık getirmeye ihtiyaç duyuldu. Söz konusu yazımızda, 5. sırada ifade ettiğimiz hususların tekrarına girmeden, meseleye bir başka açıdan bakmaya çalışalım.
İlk olarak; “Tam mütedeyyin olmak”tan, neyi anlamalıyız: Bilindiği gibi, dinî vecibelerini yerine getiren, yani farz ve vacipleri eda edip haramlardan sakınan ve sünnete riayet eden bir insan, dindar, mütedeyyin olarak kabul edilir. Burada “tam mütedeyyin” denildiğine göre, bu vazifelerin eksiksiz yapılmış olması anlaşılır.
Bununla birlikte, iktidara gelen mütedeyyin siyasîlerden; kamuya ait makam ve imkânların dağıtımında liyakata, hakka-hukuka riayet etmek; akçalı-şaibeli işlere bulaşmamak; siyaseti menfaat aracı değil hizmet aracı görmek; kendilerini hakkın yegâne temsilcisi vehmederek, diğerlerini bâtılla itham etmemek; parti menfaatini değil, kamu menfaatini ön planda tutmak; ayrımcı olmayıp bütün milleti kucaklayıcı olmak; söylemlerinde “Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz” düsturuna dikkat ederek kavgadan ve cidalden uzak durmak gibi davranışlar beklenir.
İkinci olarak; parti kadroları, deyiminden neyi anlamalıyız: Malûm, Türkiye’de yönetime talip olan bir siyasî partinin herşeyden önce tüm ülke genelinde; 81 il, 900 civarında ilçe ve 2000’e yakın beldede teşkilatlanması gerekir. Tüm bu teşkilatların kurulabilmesi için gerekli eleman sayısına, belediyeler ve il genel meclisleri için icab eden kadrolar eklendiğinde, on binlerce kişinin parti bünyesinde resmen ve fiilen görev alması söz konusudur.
Bu noktada; mütedeyyin olmayı, sadece ibadet bağlamında, yani “feraizi eda ve kebairden içtinab” şeklinde kabul etsek dahi, partinin aktif siyasî kadrolarını oluşturan on binlerce kişinin tam mütedeyyin olması ne derece mümkündür? Bu kadar geniş bir kadronun tümüyle tam mütedeyyin olabileceğini düşünmek, ülke gerçekleri ile bağdaşmıyor. İyimser bir tahminle, parti kadrolarının da ancak halkın bütünü için öngörülen oranda mütedeyyinliği söz konusu olabilir. Esasında o orana dahi ulaşılması zordur. Çünkü bilinen o ki; kendi hâlinde yaşayan dindar insanlar siyasete girmekte pek fazla istekli olmayıp, ya idealistler ya da menfaatperestler siyasete atılmaya daha heveslidirler.
Hattâ Alman diktatörü Hitler, Kavgam adlı kitabında; “Partiler önce idealistler tarafından kurulur, iktidara yaklaştıkça menfaatçiler dolmaya başlar, iktidara geldiklerinde artık idealistler azınlıkta, menfaatçiler çoğunluktadır. Bunu bildiğimiz için Nasyonal Sosyalist (NA-Zİ) Partisinin kapılarını çok sıkı tuttuk, gelen herkesi içeri almadık” der. Onun zalimliği bir tarafa, bu söylediği, siyaset âleminde bir realitedir. Ayrıca, insanlık tarihinin en mümtaz topluluğu olan Sahabîlerin arasına bile münafıkların sızdığı göz önüne alınırsa, dünya hırsının hakim olduğu bu asırda, siyasî bir topluluğun bütünüyle tam mütedeyyin olması mümkün olabilir mi?
Üçüncü olarak; Bediüzzaman, hem âlim, hem müçtehit, hem fetva makamında olduğu için; onun sözlerinde zahirî manaların ötesinde birçok hikmetler bulunmaktadır. Meselâ, 27. Sözün Hatimesinde, mezheplerin birleştirilmesi ile ilgili olarak; “Eğer beşerin ekseriyet-i mutlakası, bir mekteb-i âlinin talebesi gibi bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyeyi giyse, bir seviyeye girse, o vakit mezhepler tevhid edilebilir. Fakat bu hâl-i âlem o hâle müsaade etmediği gibi, mezâhib de bir olmaz” diyor.
Dikkat edilirse burada, doğrudan “Mezhepler birleşmez” demiyor, “İnsanların mutlak çoğunluğunun hayat tarzı, bir yüksek okulun talebeleri gibi aynı seviyede olması” hâlinde mümkün olabileceğini söylüyor. Hemen arkasından da, dünyanın mevcut durumu buna müsaade etmediği gibi mezhepler de bir olmaz, diyor. Yani kural olarak, mezheplerin birleşmesi mümkündür, ama mezheplerin oluşma sebebi, insanların farklı hayat tarzları (köylü-şehirli gibi), farklı mizaç ve kültürleri, kısaca farklı sosyal yapıları olduğu için, ancak bu şartlar eşitlenirse mezhepler de birleşebilir. O sebepler ortadan kalkmadıkça mezheplerin birleşmesi de olmaz. İşte, konumuz olan mütedeyyinlik meselesinde de buna benzer bir durum vardır.
Soru şudur: Din adıyla ortaya çıkan bir partinin iktidara gelmesi doğru mudur? Cevap: Evet, ama % 60- 70’i tam mütedeyyin olmak kaydıyla. Üstad Hazretleri burada, doğrudan; “Hayır, gelemez,” demiş olsaydı muhalif fikirde olanlar, “Said Nursî dindarların iktidara gelmesine karşı çıkıyor” şeklinde eleştirirlerdi. Prensip olarak, gelebilir. Fakat % 60- 70’in, yani üçte iki çoğunluğun tam mütedeyyin olması şartıyla. Peki, sadece halkın üçte iki çoğunluğunun mütedeyyin olması kâfi midir? Elbette değildir. Parti kadrolarının da en az aynı oranda mütedeyyin olması gerekir, tamamının mütedeyyin olamayacağı hususu yukarıda izah edilmişti.
Evet, Bediüzzaman aynen mezheplerin birleşmesi meselesinde olduğu gibi, genel bir hüküm ve fetva veriyor; doğrudan hayır demiyor, ama iyi düşündüğümüzde, risaledeki o metnin devamında geçen “Şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır” ifadesinden, mevcut şartlar dahilinde cevabın “hayır” olduğunu anlıyoruz.
Bazılarının yanıldığı bir diğer husus; partilerin aldığı oy oranlarına bakarak değerlendirme yapmalarıdır. Hâlbuki Bediüzzaman, % 60-70 oy almak şartıyla demiyor. İnsanlar, seçimlerde bir partiye çeşitli sebeplerle oy verebilirler. Bu sebepler çoğu zaman konjonktürel olur. Partinin bütün politikalarını ve icraatlarını desteklemek anlamına gelmez. Şartlar değişince seçmenlerin tercihleri de değişebilir. İktidara gelen partinin, kanun yoluyla da olsa, hayat tarzlarına müdahale anlamına gelebilecek tepeden inme düzenlemelere karşı çıkabilirler. Bu durumda sosyal çatışmaların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Üçte iki çoğunluğu tam mütedeyyin olan bir toplumda ise bu tarz kargaşalar meydana gelmeyecek, seçmenin desteği devam edecektir. Netice itibariyle, Risale-i Nur’da beyan edilen ölçünün doğruluğunda tereddüt yoktur.
Okunma Sayısı: 5625
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.