Ev küçük bir kâinat, insan küçük bir ev.
Kâinatta ev var, evde insan. Evde duvar, insanda cilt. Evde çatı, insanda saç. Evde kapı, insanda kalp. Evde pencere, insan da göz. Evde kiriş, insanda kemik. Evde yatak, insanda rahim. Evde çiçek, evlilikte çocuk. Evde insan, insanda gönül. Evde seccade, insanda duâ var...
Eskiden tuvalet evden uzağa yapılırdı. İnsanlar sağlıklıydı. Şişmanlık yok denecek kadar azdı. Helâl lokma yerlerdi. Emekleriyle geçinirlerdi. Yetmiş gün yemeden yaşayabilirlerdi. Ekmeği emekle, suyu terle vücutlarından atarlardı. Zamanla helâle haram karıştı. Vücutlar şiştikçe şişti.
KALPLERDEN GEÇERKEN KİRLENDİK
Eskiden kalpler temizdi. Mideye haram lokma, kalbe ham hayal konulmazdı. Bedenler fit, kalpler sağlamdı. Zamanla kalpler kirlendi. Kalp hastalıkları arttı. Kalbin hayatla bağı kesildi. Aşk, şefkat, merhamet gibi temiz duygular yok oldu. İnsanlık geri çekildi. Kalp krizinden ölenler çoğaldı. Kalbimiz kırıldıkça biz de kırıldık. Kalplerimiz alçı gibi sertleşti. Kırılan kalbin alçıya alınmayacağını, iyileşmesinin yıllar alacağını düşünemedik. Mevlânâ’nın kalp gözü açıktı. Kalb kırıklıklarından anlardı. Atölyelerden dereye dökülen kirli sulara bakıp ah ederdi. “Şükredin. İnsanların kalplerinden geçseydiniz daha çok kirlenirdiniz.”
Dil insanı inşa eder. Karşıdakini âşık eder. Harama dikkat edilmediğinden zamanla dil de, söz de kirlendi. Dilimiz yaralandı. Yaralandıkça yaraladı. Kem sözler ortalığı kapladı. Ağız kanseri diye bir hastalık başladı. Dostun tatlı sözü kalbe işlemez oldu. Kem sözlerle kanser olan ağız kemoterapi ile tedavi edilmek zorunda kaldı.
DİL YARASINA GÖZ YARASI DA EKLENDİ
Göz bir pencere. Gönül onunla seyrediyor âlemi. Menzili gönül. Gönül menzil olunca göz iki âlemi de görüyor. Gönülle merceği ayarlıyor. Uzaktakini yakın, yakındaki uzak ediyor.
Göz gönlün terazisi. Bir kefesine dünyayı diğerine ahireti koyuyor yine de ağdırmıyor. Gönül gözü açık olanın baş gözü körelmiyor. Şeyh Edebali ve Dursun Fakıh’ın gözleri dünya ile kirlenmemişti. Yirmi kilometre mesafeden birbirlerini görürlerdi. Şimdilerde gözümüz miyop; yakını görüyoruz da uzağı göremiyoruz. Hazır lezzet için ebedî elemleri göze alıyoruz. Emellerimiz elemlerle kuşatılmış, haberimiz yok. Dünya kirlendi. Gözler de payını aldı. Dünyaları içine alan o göz artık kendinden başkasını görmüyor. Gönül pınarı kurudu, gözyaşı dökülmüyor artık.
Dil yarasına göz yarası da eklendi. Kem sözlerden sonra kem gözler kuşattı dünyamızı. Sözlerimiz gibi gözlerimiz de yaralıyor, yaralanıyor. Eskiden gönül hastaneleri vardı. Sevgilinin gönlü gözleri iyileştirirdi. Seven sevdiğinden başkasını görmezdi. Gözümüz açıldı. Her şeye, herkese bakıyoruz. Hırs gözümüzü bürüdü. Aşk körlüktü. Sevdiğinden başkasını görmemekti. Şimdilerde sevdiğimizi bile görmüyoruz. Başkalarının acılarına karşı körleştik. Gönülleri yıktık, yerine göz hastaneleri yaptık.
MAZLUMUN SESİNİ DUYMUYORUZ
Kulak dışardan aldığı sesi kalbimize, kalbimizden aldığını dünyaya taşırdı. Biri dünyada diğeri ukbadaydı. Birisi kalpte, diğeri caddedeydi. Eskiden hoparlöre gerek yoktu. Kalbin iki kulakçığı her şeyi işitirdi. Kalpten ve caddeden geçenleri bütün mahalle bilirdi. Varlığın kendi dilinde yaptığı duâları duyardı. Bir ah işitse iki eli kanda olsa koşardı. Karıncanın, karındaşın, masumun, mazlûmun, fakir fukaranın sesine göre sesini ayarlardı.
Kulaklarımızın ayarı kaçtı. Kalbimizden sonra kulaklarımız da kirlendi. Artık zikreden dilin, seven kalbin, masumun, mazlûmun sesini duymuyoruz. Sağırlaştıkça sağırlaşıyoruz. Kulakları temizleyen hastane açıldı da, kalpleri sağırlaştıran kiri temizleyecek hastane açılmadı. Dost dostun kalp hastanesiydi. Sesini duyardı. Bedelsiz tedavi ederdi. Kalpler sağırlaşınca stetoskop icat edildi. Stetoskop kalbin atışını duyuyor da içinden geçenleri duymuyor. Dostlar sağırlaşıp dilsizleşince, halden anlamayınca psikoloğa gidilir oldu. Onun da bir gözü dudaklarımıza, diğeri cüzdanımıza bakıyor. Kulağının ucuyla dinliyor. Birinden giriyor, ötekinden çıkıyor. Kalbe değmeden geçip gidiyor.
Eskiden yazı elle yazılırdı. Bilgisayar çıktı yazarlık bozuldu. Klavye kavalyemiz oldu. Oysa elin ihlâsı vardı. Yazı yaraya dokunmaktı. Kalplere merhem vurmaktı. Yazı emekti, ekmek oldu. Elimiz de, ekmeğimiz de kirlendi. Ekmek dâvâsına istemediğimiz şeyleri yazar olduk. Bu yazıyı kalemle yazdım. Kâğıtta güzel görünüyordu, ama PC’ye geçince ihlâsını kaybetti sanki. İnsanın kirlendiği, sağırlaştığı, körleştiği, hamamların, WC’lerin eve taşındığı, dostun gözü üzerimizden eksildiği için göz hastanelerinin, kalbimizle bağını kestiği için kalp hastanelerinin açıldığı günden beri neler ihlâsını ve samimiyetini kaybetmedi ki. Kırılsa da kalemimiz, kırılmasın artık kalbimiz.