Şimdi, “Kürt” bir vatandaş da çıkıp böyle söylese ne olur? Ne yani, olamaz mı? Pek âlâ da olur. Sadece Türk unsuru değil, bu vatanın Türk unsurundan sonra gelen Kürt kardeşlerimiz doğru da olur, çalışkan da... Ama Rafizi ve dinsiz, anarşist Kürt’ler, hariç tabiî.
Hem sadece Kürtler değil, TC vatandaşı sıfatını taşıyan, hangi unsurdan, ırktan olursa olsun, doğru da olabilir, çalışkan da...
Son günlerde, sun’î bir şekilde ortaya atılıp, münâkaşa mevzuu olan, ”andımız”dan bahsedeceğimizi anlamışsınızdır her hâlde.
1960 senesinde başladığım ilkokulda, Ankara’nın o soğuk günlerinde bile, dışarıda o siyah önlüğün içinde titreyerek, nasıl okuduğumuzu bu son hadiseler hatırlattı.
Asırların koskoca Osmanlı Devleti yıkılarak, yıktırılarak, Türkiye Cumhuriyeti olarak ilân edildikten sonra, esasında İslâmî bir idare şekli olmayan padişahlıktan, İslâmî bir idâre şekli cumhuriyete geçilince, meşrûtiyet sistemi, demokrasi ile idâre olacak zannedildi, ama maalesef, ismi “cumhuriyet” esas tatbikatı “İstibdâd-ı mutlak” olan bu baskı rejiminin en büyük hedefi din idi. Tabiî, dinin yanında da milletin örf, âdet ve gelenekleri idi...
Bunun için, milletin inançlarına, değerlerine ait ne varsa tırpanlamaya başladılar, çalıştılar. Hilâfetinden başlayıp, artık camilerine, Kur’ân’ına, ezanına kadar, herşeye musallat olmuşlar.
“Ezan” deyince, asırlardır okunan ezan-ı Muhammedî’nin (asm) aslından kopartılıp, “tangır, tungur” diye okunmasına işaret ettik. Bunun mimarı da şu anda münâkaşası yapılan “andımız”ın da mimarı olan “Reşid Galib” denilen zat. Kemalizm’in yağcılarından olan bu zat, bir gün sivri akıllılık edip, mini mini çocuklara, sabah okula gelir gelmez, daha derse başlamadan edecekleri bir yemin, bir “and” ihdas etmiş. Ve hergün, bilmecburiye onu okutmuşlar.
Milletin birliğinden ziyade, ayrılığını ister bir tarzda sözlere havi bu saçmalığı bilmeyenimiz yoktur. Sonradan, ınkılabların tamamlayıcısı olarak yapılan ihtilâllerden 12 Martçıların ilâve ettiği şu inci gibi sözler; “Ey bu günümüzü sağlayan, Ulu Atatürk: açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim.” ve sonradan gelen hâin ihtilalcilerin ilâve ettiği ; “Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”
Gördünüz saçmalığı. Tam bir putperestlik kokan bu sözler, birçok vatan evlâdını rencide ediyordu. Irkı farklı olanlardan başka, dindar Türkleri de (hassaten de, bizim gibi; baba tarafı Karamanoğullarına, anne tarafı da; Osmanlı’nın Karakeçili aşiretine dayanan, hakikî Türk unsurlarını) rahatsız ediyordu.
Hem bunu senelerdir söylettiniz de ne oldu? Milletin çoğunu, doğru, dürüst, çalışkan bir insan olarak mı yetiştirdiniz? Yoksa; hırsız, talancı, yalancı, tenbel, onun bunun sırtından geçinmeyi seven, “sen çalış, ben yiyeyim”ci tipler mi yetiştirdiniz? Yine şükür, herşeye rağmen, milletin ekseriyeti bozulmadıysa, bunda, başta Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri olmak üzere, bir çok muhterem İslâm âlimlerinin payı vardır.
Evet, nihayet seneler sonra, “vakt-i merhunu” geldi ve bu saçmalığa bir son verildi. Müsebbiblerini, millet alkışladı. Fakat fitne durmuyor ki, “ekalliyetin (azınlığın), ekseriyete (çoğunluğa) tahakküm (zorbalıkla baskı yapmak) ve tagallübüne (zor kullanarak galib gelmesine)” alışmış olan Kemalistler, yine ortalığı velveleye verip, bir kaşık suda fırtına kopartmaya çalışıyorlar. Haydi, bu 30’lu senelerin kafalarını anladık da, “Türkiye’ye demokrasinin gelmesini sağlayan” DP gibi bir partinin bazı mensublarına ne oluyor? Kezâ, milletin oylarına talip olmak isteyen diğer partilerden de, bu “menfi sesler”in korosuna iştirak etmesini anlamıyoruz.