Filistinli bir annenin çağrısına şahit oldum. Çağrı Müslümanlara değil, Allah'a idi. Filistinlileri bize emanet eden Allah'a.
Anne, bize emanet edildiği halde, Allah’ın bir sebebi olma vazifemizi eda edemediğimizi anlamış ki, Allah’ın hikmetine değil, kudretine sığınıyordu. Kendi üzerime alındım ve İsrailli askerlerin içliklerini temin eden, Sumud filosuna limanlarını kapatan ülkem adına hicab duydum.
Anne, Netanyahu'ya ise şöyle haykırıyordu: “İstersen yurdumuzu ve canımızı al; ben ahireti istiyorum! Ben intikamımızı alacak olan Allah’a güveniyorum.”
“Bu hayatı değil, ahireti istiyorum!” İşte, İsrail zulmünün çarpıp, pare pare olduğu duvar. Değil kendinin, evlâdının can pazarında bile annenin, onu Rü’yetullah’a eriştirecek o, “İman dolu göğüs gibi serhaddi”
Pers komutanına “Sizin şarap ve kadını sevdiğiniz kadar; ölümü ve ahireti seven bir orduyla geldim” diyen Hz. Halid bin Velid gibi. Anne, geçen 1400 yıla rağmen hâlâ Halid bin Velid’in ordusundaki bir nefer.
Tul-i emel ile bu dünyadaki hayatı fazlasıyla arzulayan Yahudilik, bunu kendi dünya imparatorluklarını kurmak için başkasını, başkasının hayat alanı ve hakkını yiyerek, Siyonizm suretinde yaptığında, yıllardır süregelen kanlı levhalarla, gayretle karşı durulması gereken bir vahşete dönüşüyor.
Dünyanın en büyük sermayesini, şirketlerini, devletlerini, medya, akademi, silah ve istihbarat kapasitesini arkasına alan dünya ve hayat meftunu Siyonizm, olanca güç ve heybetine rağmen, “ahireti, hayat ve dünyadan daha çok seven bir iman” karşısında yeniliyor işte.
Halid bin Velid’in ruhu İsrail ve tüm zalimlerin üzerinde dolaşıyor. Zira dünya meftunu zalimler bütün sebepleri bir araya da getirseler, Allah’ın kudretine istinad eden mazlumlarla değil, kudret-i İlâhiye ile mücadele ettiklerinin farkında değiller. Başvurabilecekleri hiç bir sebebi olmayanlar, Allah’ın hikmeti yerine kudretine sığınmakta mazurdurlar, peki biz?
En başta adalet-zulüm denkleminin ne kadar hayatî olduğunun farkında mıyız?
“Mazlumun bedduasından sakının. Onunla Allah arasında bir perde yoktur.” Bu hadisin -hadis olduğundan emin olmadığım- şöyle bir izahını okumuştum: “Eğer Allah’ın hikmeti imhal etmeseydi, tek bir mazlumun ahı dünyayı helak etmeye yeterdi.”
Zaten İsrail’le ekonomik, diplomatik ilişkilerin devamı, Sumud inisiyatifi gibi bir harikaya limanlarımızı açmamamız, adalet ve zulüm konusundaki samimiyetimiz hakkında yeterince şey söylüyor.
Filistin’de adaleti tesis etmeden önce, ülkemizde hangi durumdayız, mü’minin mü’minden esirgediği adaleti, Siyonistin mü’mine göstermesini beklemek ne kadar gerçekçi ve samimi?
Samimi bir adalet, işleyen bir demokrasi, parlak bir hürriyetle göz alan Türkiye’nin, kazanacağı dinamizmle, İsrail’e karşı çıkacak yeterli gücü kendinde görmeyen İslam ülkeleri için lokomotif olacağı gibi İsrail’e karşı tutum konusunda kafa karışıklığı yaşayan kimi AB devletlerinin de kendi halklarıyla yaşadığı ikiliği aşmalarını sağlayacak bir deniz feneri gö-revi göreceği muhakkaktır.
Türkiye üzerine düşenleri yaparak bu barış ve adalet ekseninin düğümü olduğu taktirde, Doğu Türkistan’dan Myanmar’a, Yemen’den Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar, nice zulmün işlenmesine engel olabilir.
Fakat bunun için dibimizdeki Filistinli annelerin, dara düştüklerinde Allah’ın sebebi olarak hatırlayabilecekleri evsafta bir adalet adası olmamız gerekiyor ve bu da kendi ülkemizde sürekli mağdur üreterek ulaşabileceğimiz bir seviye değil.
Dara düşen mazlumların güvenip hatırlayabilecekleri kimselerden olmak duasıyla.