Üstad Hazretleri, Rusya esaretinde Kostroma’da iken koğuşta tantana çıkaranlarla ilgili şunu söyler:
“Haksız insafsızdır. Bir dirhem menfaatini kırk dirhem istirahat-ı umûmiye için bırakmaz. Haklı adam ise insaflı olur. Bir dirhem hakkını, sükûnet-i umûmiyedeki kırk dirhem arkadaşının menfaatine fedâ eder, bırakır.” Hak olan bir davada geri adım atmak değil ancak, şartların ağırlığıyla, sıkıntıyla, ruh darlığıyla inâdî tutum serdedenlere, “tamam, sizin köy daha büyük” diyerek, menfî duyguların tesirindeki muhatabı teskin edip, sükûneti temin etmeyi tavsiye eden, tedavi edici bir yaklaşımdır.
Ve çocukların burada hissesi vardır. Örnekteki gibi “haksız ve insafsız” oldukları için değil, henüz olgunlaşmadıkları için. Misaldeki insan, tavrından anlaşılıyor ki olgunlaşmamış, ervâh-ı hamdan biridir. Bu sebeple “çocuk mizaçlı” denilebilir. Lüzumsuz bir konuda asabî bir inat, çocuklarda sıklıkla görülür. Bizim havalide böylesine “katmer diktiren” denir. Annesinin katmeri bölerek verdiğini gören çocuk, bunun gelişmekte olan kişilik alanına bir müdahale olduğunu düşünür herhalde ve başlar nizâya. Hadise karşısında çaresiz anne katmeri diker, minareyi doğrultur, kişilik alanını savunarak koruma altına alan çocuk ise teskin olur. Dikilecek katmer ya da düzeltilecek minare, çocuğun kendisine veya başkasına zarar vermediği, edep sınırlarını kasten aşmadığı müddetçe; çocuğun içinde bulunduğu yaş, halet-i rûhiye dikkate alınıp adam yerine koyarak teskin etmeye çalışmak, Üstadın misalinden hisse alınabilir.
Medrese ve câmîlerimizde, aile ortamlarında (gürültü kaynağı olarak görüldükleri, lüzumsuz(?) gündemleriyle yetişkinlerin yüksek mevzûlarını sabote(?) ettikleri için) tartışma konusu olan ama bir yandan da arzuladığımız aidiyetle medrese ve câmîlerimize gelmediklerinden şikayet ettiğimiz, aile ortamına karışıp, “köşe yastığı gibi durmak” yerine, sanal âlemden başını kaldırmadığından şikayet ettiğimiz çocuklar ve az sonranın gençleri.
Henüz olgunluk evresine ulaşmamış, kendini ve dünyayı anlama aşamasında, yüz yıl önceye göre çok daha fazla uyaran ve zararlı gıda sebebiyle bu arayışı daha da çetrefilleşen zamane çocukları, bu olgunlaşma arayışı esnasında zaman zaman asabiyet, bize yersiz gelen davranışlar, çıkışlar, sorular ortaya koyabilirler. Bu, örnekteki adam gibi ham oldukları içindir, onun gibi haksız ve insafsız oldukları için değil.
Çocuklardan böyle bir hâl sâdır olduğunda, yapılacak ilk iş onu medresemizden, cami ve aile ortamımızdan hatta belki mânevî değerlerimizin etki alanından dışarı sürüp atmak olmasın. Sanal âlem yahut sokakta kim bilir nerelerde kolay, ucuz ve sonu belki fâciâyla sonuçlanabilecek dostluk ve âidiyetlerin kucağına itecek sözler ve sertliklerden kaçınalım. Gençlerimize, sorgusuz sualsiz kabul görüp istismara uğrayacakları çukurlar ile maneviyat merkezlerimiz arasında, duygularının icbarî tesirleriyle yanlış seçimler yapmalarına sebep olarak zulmetmeyelim. Haksız olan nefislerine değil haklı olan beklentilerine yardım edelim. Onların hamlığına mukabil, olgunluğun timsâli olunmalı. Dünyanın en güçlü duygusal dedektörlerine sahip olan çocuklar, en güzel hitapları kullanırken dahi onlara ihlâslı bir şefkatle mi, öfkeyle mi, geçiştirmek üzere mi yoksa bıkkınlıkla mı yaklaştığımızı çok iyi hissedebiliyorlar. Söz ve duygularımız arasındaki tenâkuzun en iyi ihtimalle onları büyük kafa karışıklıklarına itmesine izin vermemek gerekir. Geleceğimiz, rûz-ı mahşerde karnemiz olacak nesillerimiz, pek çok örneğini Resûlullah Efendimizin (asm) hayatında görebileceğimiz anlayış ve şefkati, Kostroma’daki o adamdan çok daha fazla hak ediyor zira.