Risale-i Nurlara alınan bu ifadeyle biri mukaddem iki temel mana kastedilir.
Evvela, mukaddes bilinen değer ve kavramlar perde yapılarak, zikredilen ifadenin âlîyetine tamamen mugayyir gizli bir takım ajandaları geri planda hayata geçirmek. Saniyen, “bal demekle ağız tatlanmaz” yani, “tebeddül-i esma ile hakaik tebeddül etmez”.
İslâm, hürriyet, millet, seçilmişlik, demokrasi, ittihad ittifak ve hatta millî irade. Tamamı ideal mahiyetleri olan birer kavramdır. Ve fakat ideal mana ve mahiyeti dışına çıkarılarak su-i istimal edildiği çok olmuş ve de olacaktır. Mezkur mefhumların zatında olması gerekenlere mugayyir bir takım işlere perde yapılıp yapılmadığını anlamak için “millî irade yaftası altında” ibaresinden anladığımız ikinci manaya bakılır. Tamamı birer isim olan kavramların önce “müsemması” aranır, o kavramı kullanan, o mefhumu bayraklaştırarak iş yapanın işine, yöntemlerine ve mefhumun zatında olan manaya, esaslara, lazımına riayet ediyor mu ona bakılır. Zira Üstadımız şöyle demektedir: “Meşru, hakikî meşrutiyetin müsemmasına ahd ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım” Yani Üstadımız, meşrutiyetin “ismini” değil, “müsemmasını” esas almaktadır.
Yine Üstadımız, kimi çevrelerce âdeta mabud ittihaz edilen ve sağlıklı işlediğinde gerçekten hayatiyet arz eden “akıl” ıstılâhının da lazımları olduğunu bize ihtar eder: “Sizin akıllılık dediğinizin çoğunu ben akılsızlık biliyorum, o çeşit akıldan istifa ediyorum” ya da “Akıl ve nakil tearuz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir”
Yahut beyne’l-İslâm tesisi, zamanımızın mühim bir farzı olan, “ittihad” ve de “ittifak”. “Tesanüd-ü hakikî aynı davaya gönül vermiş fedakârların ittihadıdır, ittifakıdır. İttifak hüdâdadır, hevâ ve heveste değil” diyen Üstadımız bir de uyarıyor: “Yalanlarla ittihad yalandır.” Ümmet, millet ya da toplumsal herhangi bir kesim veya katman içinde (aile, mahalle, dernek üyeleri, tarikat ve cemaatler) ittihad-ittifakı tesis etmek adına kendi yalanlarına inanmamızı isteyen siyasîler, idareciler, aktörlerin “yalanlarına” bir borcumuz yok. Sırf sûrî bir ittihad görüntüsü oluşturmak için hüda, hak ve sıdktan ödün verdiğimizde, bunlarla beraber kaybedeceğimiz ilk şey yine ittihad ve ittifakın kendisidir; yalanı işleten siyasîlerin bu zemindeki her kazancı da bize zarar olarak dönecektir.
Meşrutiyet-cumhuriyet-demokrasi ve bunların tezahürü olan “Millî irade” ise en temel haliyle Üstadımızca şöyle tarif edilir ve esasları sıralanır: “Cumhuriyet ki: Adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.” ayrıca: “Müsemmâ-i meşrutiyet hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.” (Kendisi de tarife muhtaç olan) Adalet, meşveret, sıdk, hak, imtiyazsızlık muhabbet ve hukukun üstünlüğünün olmadığı bir yerde, cumhuriyetin ve onun tecellisi olan millî iradenin dahi kıymeti kalmamakta, “seçilmiş” olanlar da millî iradeyi temsil kabiliyetlerini yitirmekte. Böylelikle, “Bizi halk (ya da belirli bir kitle) seçti” demek, sadece menfî gündemlerin fark edilmesini örten birer “yafta” haline gelmekte.
Hülâsatü'l-kelâm, isme değil müsemmaya hasr-ı nazar etmek; âlîyetiyle, dokunulmazlığından istifade edilerek perde olarak kullanılabilen bir kavramın, mevcut durumda hakikate çağrı mı yoksa bir perde mi olarak kullanıldığını bize gösterecektir.