“Senin şu halini de, biliriz” diye söylenen bir halk tabiri vardır.
Varlığı, imkânı, ilmi, kuvveti, serveti, hükmü vs. olabilir insanların. İş o ki, bu imkânlarını, imkânsız hallere düşmeden evvel kullanabilmelidir insan. Yoksa varlığı ile yokluğu bir olur. Eğer böyle bir durum var ise veya olacaksa insan için ha kazanmış, ha kaybetmiş bir şey fark etmez.
“Ahiretini yiyenler…” Ahiret sevabı, ancak dinin emirlerini dikkatlice, eksiksiz ve tam olarak yapabilenler, yerine getirebilenler tarafından elde edilebilir. Kim ki ahiret sevaplarını, yani dini kazançlarını dünyayı elde etmek ve siyasî, içtimaî menfaatleri, taraftarlıkları elde etmek için kullanırsa boylu boyunca hüsrandadır, iflâs etmiştir ve büyük bir mesuliyeti boynuna kendi eliyle takmıştır.
“Allah’ın emirleri şeriat-ı fitriyedir.” Bütün yaratılmış her şeyin kaderi bu yaratılıştan konan, takılan, yazılan emir ve hükümlerin dairesi içerisinde hareket etmek mecburiyetindedirler. Zerre kadar bir inhiraf/sapma, yanlış anlama ve yanlış yapma bu kavani-i adetullaha baş kaldırmadır, isyandır, itaatsizliktir. İş o ki, şu kısa, fakat ebedî meyvedar olacak ömrümüzde kaderi tenkit değil, uyma ve başgöz üstüne diyerek kabul etmek marifettir, fiiliyattır, harekettir, berekettir.
“Meşrû yollar daima gayr-i meşrû yollara galip gelir. Velev ki zaman alsa da…” Helâli benimsememek, haram işleri sevmek… Hâlk ve Hâkk’ın (cc) hukukuna riayet etmemek… Avrupa sefih medeniyetine tavizkâr yaklaşmak… Haramları tevil ve zanlarla helâllerin başına sarmak gayr-i meşrû yolların en büyüklerindendir ve binlerce küçüklerine de kapı açar. Fıtrî/yaratılıştan gelen emr-i dine her zaman ittiba etmek/uymak ve bu yolda tavizsiz bir hayatı yaşabilmek hepimizin hedefinde olmalı inşallah.