İnsan, küre-i arzda istediği gibi tasarruf eden bir halifedir. Hatta sema-i dünyada dahi aklıyla çalışıyor ve küçüklüğüyle, zaafiyetiyle beraber, harika tasarrufat-ı acîbesiyle, eşref-i mahlûkat ünvanını almıştır.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Vücud nev’inde tezâhum yoktur. Yani pek çok âlemler, haller, vücud sahnesinde içtima eder, birleşirler.
Meselâ: Gece zamanı, duvarları camdan olan ve elektrik yanan bir odaya girdiğin vakit, âlem-i misale bir pencere hükmünde olan camlarda pek çok menzilleri, odaları göreceksin.
Sâniyen: Odada otururken, kemal-i sühuletle o misalî odalarda her çeşit tebdil, tağyir, tasarruf edebilirsin.
Sâlisen: Odadaki elektrik, elektrik misallerinin en uzağına, en yakındır; çünkü o misalî misallerin kayyumu odur.
Rabian: Bu maddî vücudun bir habbesi, bir parçası, o misalî vücudun bir âlemini içine alabilir.
Bu dört hüküm, Vâcib ile âlem-i mümkinat arasında da cârîdir.
Çünkü mümkinatın vücudu, Vâcib’in nurundan bir gölge olduğu cihetle, vehmî bir mertebededir; Vâcib’in emriyle vücud-u hâriciyeye girer, sabit ve müstakar kalır.
Demek, mümkinatın vücudu, bizzat hakikî bir vücud-u hâricî olmadığı gibi, vehmî veya zâil bir zıll de değildir, ancak Vâcibü’l-Vücud’un icadıyla bir vücuddur.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Bu güzel âlemin bir Mâlik’i bulunmaması muhal olduğu gibi; Kendisini insanlara bildirip tarif etmemesi de muhaldir. Çünkü insan, Mâlik’in kemalâtına delâlet eden âlemin hüsnünü görüyor; ve kendisine beşik olarak yaratılan küre-i arzda istediği gibi tasarruf eden bir halifedir.
Hatta sema-i dünyada dahi aklıyla çalışıyor ve küçüklüğüyle, zaafiyetiyle beraber, harika tasarrufat-ı acîbesiyle, eşref-i mahlûkat ünvanını almıştır.
Ve elinde cüz-î ihtiyârî bulunduğundan, bütün esbab içerisinde en geniş bir salâhiyet sahibidir.
Binaenaleyh, Mâlik-i Hakikî’nin rusül vasıtasıyla böyle yüksek, fakat gafil abdlerine Kendisini bildirip tarif etmesi zarurîdir ki, o Mâlik’in evâmirine ve marziyatına vâkıf olsunlar.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
İnsanın vehim, farz, hayal duygularına varıncaya kadar bütün hassaları bilâhare rücû edip, bi’l-ittifak hakka iltica ettiklerini ve bâtıla hiçbir ihtimal ve imkânın kalmadığını ve kâinatın ancak ve ancak Kur’ân’ın izah ettiği şekilde bulunduğunu gördüm.
Mesnevî-i Nuriye, Habbe, s. 153-154
LÛGATÇE:
abd: Kul.
cüz-i ihtiyârî: Cüz’î irade, az bir tercih ve tasarruf yetisi.
delâlet: İşaret.
esbab: Sebepler.
eşref-i mahlûkat: Yaratılmışların en şereflisi.
evâmir: Emirler, buyruklar.
hassa: Özellik, nitelik.
hüsün: Güzellik.
kemal-i sühulet: Tam bir kolaylık.
küre-i arz: Dünya, yeryüzü.
mümkinat: Yaratılanlar, mümkün olanlar, imkân dâhilindekiler.
müstakar: İstikrarlı, yerleşik.
rücû: Dönme, geri dönme.
sema-i dünya: Dünyanın seması, gökyüzü.
tağyir: Başkalaştırma, değiştirme.
tebdil: Değiştirme, dönüştürme.
tezâhum: Birbirine sıkıntı verme, birbirine zahmet verme..
vücud-u hâricî: Hâricî vücud, varlığı ortaya çıkan, dışarıda varlığı bilinen.
zâil: Sona eren, yok olan.
zıll: Gölge.