Hayatı boyunca eserlerinde iman ve namaz üzerinde çok duran Bediüzzaman Hazretleri, bu meseleyi kendi hayatında tatbik etmek noktasında âzamî gayret göstermiştir.
Gerçekten her cihetle örnek alınacak bir hayat yaşayan Bediüzzaman, en tehlikeli zamanlarda bile namazını terk etmemiştir. Birinci Dünya Savaşı şartlarında ve Rusya’daki esaret yıllarında bile namaza çok dikkat etmiştir. Esirler kampında doksan civarındaki Osmanlı subayına imamlık yaparak cemaatle namazlarını eda etmişlerdir.
Cumhuriyet döneminin ilk sürgün yeri olan Barla beldesine, Eğirdir gölünde kayıkla giderken yanında bir jandarma askeri de vardır. İki de bir köstekli saatine bakan Bediüzzaman bir ara: “Kardeşlerim! Vakit girdi, kayığın yönünü kıbleye çevirin. Benim şimdi namaz kılmam lâzım.” dedi ve kayıkçılar hiç itiraz etmeden kayığın yönünü kıbleye çevirdiler. Jandarma Şevket anlatıyor: “Bediüzzaman, Allahü Ekber diyerek öyle bir namaza duruş durdu ki, ben hayatımda böyle namaz kılan bir adama rastlamadım. Namaza durduğunda sanki bambaşka âlemlere gitmişti.” Karşı sahile ulaşmaya on beş dakika kaldığı halde, O, vakit girdiğinde göl ortasında namaz kılmayı tercih ediyordu.
Bediüzzaman Hazretlerinin en yakın hizmetkârlarından ve mutlak vârisim dediği Bayram Yüksel Ağabeyden dinlediğimiz bir hatırasında: “Üstad Hazretleri Emirdağ ilçesinde kaldığı yıllarda, çoğu zaman Bolvadin ilçesindeki talebelerini ziyaret giderken yolda namaz vakti girdiğinde şoför olan kardeşimize ‘Evlâdım! Arabayı sağa çek, benim namaz kılmam lâzım” derdi. Halbuki, Bolvadin ilçesine ulaşmaya on dakika kaldığı halde böyle söyler ve mevsim kış olduğu zamanlarda seccadesini karların üzerine serer ve mutlaka namazını vaktinde kılardı.” diye anlatırdı.
1952 yılında, Gençlik Rehberi münasebetiyle İstanbul’da yapılan mahkemedeki harika müdafaası sırasında, mahkemenin uzamasından dolayı ikindi namazı biraz gecikir. Bediüzzaman mahkeme başkanı olan hâkime “Hâkim bey! Namaz vakti bir hayli gecikti. Benim şimdi mutlaka namaz kılmam lâzım” der. Hâkim: “Hoca! Burası mahkeme salonu, sonra kazasını yaparsın” diye karşılık verir. Bediüzzaman: “Hâkim bey! Biz burada iman ve namazın hukukunu müdafaa etmek için bulunuyoruz. Biz namazı kazaya bırakamayız” der ve hemen yere seccadesini serer, namaza durur.
Bediüzzaman Hazretleri, bize göre olmayacak bir zaman zannettiğimiz durumlarda bile, namazı vaktinde kılmak için neden bu kadar dikkat ediyordu? Elbette bunun büyük bir hikmeti olmalıydı. Bu hakikatin önemini izah ederken “Vaktin evvelinde kılınan namaz, salât-ı kübradır (en büyük namazdır). Dünya yuvarlak olduğu için, kuzey kutbundan güney kutbuna uzanan meridyen üzerinde bulunan şehirlerdeki milyonlarca Müslümanın namazına, senin de iştirak etmen, büyük namaza katılman anlamına gelir.” mealinde izahlar yapıyormuş. Elbette vaktin evvelinde böyle bir cemaate katılmanın sevabı da büyük olacaktır.
Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği başka bir örnek de şudur: “Nasıl ki, yemek borusu çaldığı zaman, ilk önce gelenler yemeğin en yağlı ve etli tarafından alırlar. Çok arkadan gelenler ise, yemeğin kemik ve artık yerlerinden almak durumunda kalırlar. Öyle de, vaktin evvelinde ve cemaatle namaz kılanlar ile geç vakitte ve yalnız kılanların durumu da buna benzer.”
Evet, bu hususta yazılacak çok örnekler vardır fakat ârif olanlara bir işaret yeter. Özellikle Nur Talebesi olanların, bu hakikatin neresinde olduklarını kendilerine sormalıdırlar.