İnsanlar diğer canlılardan çok farklı bir fıtratta yaratılmışlardır.
Mahiyetine binlerce istidat ve kabiliyetler, çok çeşitli duygular yerleştirilmiştir. Bu duyguların ve kabiliyetlerin içinde, hayra bakanları olduğu gibi, şerre bakanları dahi vardır. Bunlarla insanlar, bu dünya hayatında Cenab-ı Hak tarafından imtihandan geçirilmektedir.
İnsanlar içinde en güzel ve yüksek ahlâklar ile donatılan, son peygamber Hazret-i Muhammed’dir (asm). O, bütün insanlık için en doğru ve en mükemmel bir rehberdir. “Rabbim bana edebi güzel bir surette ihsan etmiş, edeplendirmiş.” Ve “Ben güzel ve yüksek ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” gibi daha nice hadis-i şerifleriyle, nasıl bir örnek peygamber olduğunu ifade etmiştir.
Cenab-ı Hak, Kalem Suresinde “Muhakkak sen çok yüksek bir ahlâk üzerindesin.” Buyurmakla, Sevgili Peygamberimizin (asm) ahlâkını övmüştür. Bunlar gibi daha nice hakikatlerden dolayı, Âl-i İmran Suresi 31. âyette “De ki, eğer Allah’ın sizi sevmesini istiyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin” ferman edilmiştir. Demek ki, Allah’ın rızasını kazanmanın ve muhabbetini üstümüze celp etmenin en kısa ve emin yolu, Peygamber Efendimize (asm) her cihette tâbi olmaktan geçiyor.
Asr-ı Saadetten günümüze kadar, geçmiş bütün ecdadımız nesillerini, Kur’ân ve Peygamber Efendimizin (asm) ahlâkıyla yetiştirdiler. Bundan dolayı, “Osmanlı terbiyesi” tabiri, halkımızın diline yerleşmiştir. Ancak son yüz yıl boyunca, İslâm terbiyesi yerine medeniyet terbiyesi esas alındığı için, sosyal hayattaki ahlâk ve terbiye dışı hâl ve hareketler, aile hayatından cemiyetin bütün katmanlarına kadar sirayet etti.
Kendisini doğuran annesine kocakarı, babasına moruk diyen evlâtlardan tutun da, büyüklerine hürmet, küçüklerine merhamet etmeyen insanlara kadar bir sürü insanlar türedi. İslâm terbiyesi yerine ikame edilmek istenilen medeniyet terbiyesi, arzu edilen faydayı vermedi. Bu itibarla, Allah ve ahiret inancını içinde barındıran İslâm terbiyesine yeniden dönmekten başka çare görünmüyor. Kaybettiğimiz değerleri, yine kaybettiğimiz yerde aramak daha doğru değil mi?
Evet, Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi “Sünnet-i Seniye edepdir. Hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nur bir edep bulunmasın.” (Lem’alar, s. 181.) Kur’ân ve Sünnet, gerçek müminler için yol gösteren bir kutup yıldızı veya kıbleyi gösteren bir pusula gibidir. Zira, edebin her çeşidini Cenab-ı Hak, Sevgili Peygamberimizde (asm) toplamıştır. Onun Sünnetini terk eden, edebi de terk eder. “Edepsiz, Allah’ın lütfundan mahrum kalır.” kaidesine düşer.
Sosyal hayatta ne garip olaylar yaşanıyor! Meselâ; belediye otobüsüne binen yaşlıları görmezden gelerek camdan dışarı bakan veya elindeki telefonla oynayan gençlerin haddi hesabı yok. Ya da, bir sohbet meclisinde koltuk veya kanepede oturan gençlerin, yaşlı birisi geldiği zaman yerinden bile kıpırdamaması, artık normal bir durum haline geldi. Medeniyet terbiyesi alanlarla, dinî bilgiler aldığını sandığımız gençlerin birbirine benzemesi de çok garip bir durum! Demek ki, bilgi başka terbiye daha başka bir hakikat.
Millî Eğitim Bakanlığı adında bir bakanlığımız var. Bu bakanlık, okullarda öğrencilere çok çeşitli bilgileri öğretiyor fakat gerçek anlamda eğitim veremiyor gibi bir durum gözlemleniyor. Mutlaka bunun telâfi edilmesi icap eder. Dindar insanların da, dikkat çektiğimiz edep ve terbiye meselesi için çareler bulması gerekir. Edep YA HÛ!