Siyaset ile iman hizmeti kulvarları birbirinden farklıdır, kuralları da.
Biri galiben dünyevî, diğeri uhrevîdir. Biri rekabet, menfaat, yalandan; diğeri ihlâs, doğruluk ve haktan beslenir. Onun içindir ki dindar, siyasetten; siyasetçi dinden dem vuruyorsa, ortada bir şahsî, siyasî bir menfaat var demektir.
Bediüzzaman’ın, hakikî dindar siyasetçi, siyasetçi de hakikî dindar olamaz ikazı bundan olsa gerek. Dine hizmet eden siyasetçi, o hazineden istifade eder, ama o yüksek hakikatleri basit, fani, dünyevî siyasetine alet edemez. Etse, dine cinayet olur. Böyle bir cinayeti de hakikî dindar yapmaz.
İnsan için imanı kazanma/kaybetme imtihanı, bütün siyasetlerin fevkindedir. Bu görevi ancak insanın kendisi yapar. Siyaset; eğitim gibi, çocukları, gençleri, aileyi muzır neşriyattan, alkolizm gibi afetlerden, ahlâksızlık gibi manevî yıkımlardan koruyacak genel kanun tedbirlerini alır. Cehaleti ortadan kaldırma politikaları takip eder. Din, umumun mukaddes malıdır, siyasetler ancak ona hizmet edebilirler. Dine, imana hizmet sivil, şeffaf, hür, vizyonu düzgün, sivil toplumun işi olmalıdır. Bu çağda bu iş artık bir şahsın, şeyhin görüş ve düşüncesiyle değil; istişare ile kimseden bir şey istememek ile her türlü dünyevî makam ve mevkilere, imkânlara talip olmamak ile; bütün mesaisini iman üzerine teksif etmek ile ve ihlâs ile olmalıdır.
Dini siyasete alet etmek, dine bir nevi cinayettir. İman hizmeti yapanların siyasetle iştigali olmaz. Dine hizmet, Allah için yapılır, şahsî veya cemaatî başka bir amaç gözetilemez. Bediüzzaman’ın siyasete mesafeli durması, muhalifte de muvafıkta da dine taraftarların olmasındandır. Birisine taraftar olsa diğerindeki ehl-i iman o nasihatlerden uzaklaşır. İman hizmeti yapanların kırılacak şişeler hükmündeki siyasî cereyanlara gönlünü kaptırmamaları esastır.
Siyaset ve cemaat kendi mecrasında ve kendi kurallarıyla ilerlemelidir. Yoksa başka bir saikle siyasetin cemaate, cemaatin siyasete ilgisi dünyevîdir.