‘İyilik yapana kötülük yapmak’, insanî bir sükût halidir, ciddî bir iç bozulma ve manevî hastalanmadır. ‘Değer bilmezlik’ insana yakışan bir durum değildir. ‘Nankörlük’ten, ‘nankör’den bahsediyoruz.
Onca maddî ve manevî nimetlerle donatıldığı halde, o nimetleri Vereni tanımamak; onun istek ve yasaklarına ilgisiz kalmak, kendisini yoktan Vareden’e karşı ‘nankörlük’ hali derin bir bahtsızlıktır.
İnsan bu ‘nankörlük’ mikrobunu kapmaya görsün arkası geliyor. Kendisini Yaratan’a nankör olan, O’na verdiği sözden dönen, onun yarattıklarına karşı neden olmasın ki? Asıl bozulma, kullukta meydana gelen bozulmadır.
Bir kişiye, onun yaptıklarına karşı yapılan bir nankörlük, belki o kişi razı edilirse, affedilebilir; ama ya insanın, kâinatın yaratıcısına karşı olan nankörlüğü nasıl affedilecektir? Haydi onu da Allah affetti diyelim; peki ya Allah’ın yarattığı bütün mahlûkatın hukuklarını çiğnemek, onların tesbihatlarını takdim etmemek hakkı nasıl karşılanacaktır? İnsan dikkatli olmak durumundadır.
Bir kişi, bir fiiliyle yeryüzündeki bütün Müslümanların hak ve hukukunu çiğnemişse, onlarla helâlleşmesi nasıl olacaktır? Veya senin üzerinde hak ve hukuku olan bir topluluğa, bir cemaate yapılan nankörlük nasıl giderilecektir?
Senin yetişmen, imanla yaşaman, vatana millete faydalı bir birey olman için senin tahmin bile edemeyeceğin fedakârlıklar içerisinde olan insanların rızasını, helâlliğini, gönül hoşluğunu elde etmek önemli değil midir?
Yetmiş seksen yaşlarında, evinin köşesinden dışarıya çıkamayan ama elinde örgü örerek çoraplar, kazaklar, eldivenler örüp satan ve tanımadığı, bilmediği, görmediği belki de hiç görmeyeceği bir öğrenciye burs gönderen teyzenin hak ve hukuku yok mudur? Sen onu biliyorsan, onu ziyaret etmen, onu razı etmen, hediyelerle, ziyaretlerle memnun etmen gerekmez mi?
Evet, bu fedakârlıklar senin rızan için yapılmadı, sadece Rabbini hoşnut etmek için yapıldı; ama sana düşen, hem onları da vesile edip sana o nimetleri Veren’i hem de sana gelmesine vesile olanı gözetmen değil midir?
Zaten nimetlerin ardındaki Mün’im’i gören, elbette onun kullarının fedakârlıklarını da, onların hak ve hukuklarını da görebilecektir. Asıl Mün’im’e kör olan, sair mahlûkata da kör olmaktadır.
Dünyaya gelmene vesile olan anne babanın senin üzerindeki hak ve hukuku ne ise, iki dünya saadeti kazanmana, iman vesikasını almana, Kur’ân’a hizmet etmene vesile olan kişiler, teşekküller, toplulukların da senin üzerinde bir hak ve hukuku yok mudur?
Yirmi yıl, otuz yıl senin imanla yaşamana hizmet eden fedakârları, onların göz nurunu, el emeklerini, dualarını, himmetlerini nasıl görmezden gelebilirsin?
Evet, tabiî ki herkesin, her şekilde, -kendine ve başkalarına zarar vermeden- adım atma hakkı ve özgürlüğü vardır. Ancak bu özgürlüğün de sınırları yok mudur? Şimdi biz bu hürriyet zemininde, maddî ve manevî rahatla yaşarken, Çanakkale’deki şehitlerin üzerimizde hak ve hukukları yok mudur?
Onlar göz ardı edilse bu hakkaniyete, vefaya sığar mı?
Daha da kötü olanı, insan bir ailenin, bir topluluğun, bir cemaatin içinde kendini bulacak, kabiliyetleri orada gelişecek, kendisine değer verilecek, emek verilecek, maddî ve manevî imkânlar sunulacak, sonra da insan o şahs-ı manevinin, o akrabaların hak ve hukukuna müdahale eder tarzda onları tanımaz olacak, görmez, bilmez olacak. Bu oluyor mu, insana yakışır mı?
Köyde, zor şartlarda, kıt kanaat bir hayat içerisinde, borçlanarak, elindeki varını yoğunu satarak çocuğunu okutan, onu yetiştiren anne babanın, akrabanın emeğini, çabasını, fedakârlıklarını bir makama, bir mevkie gelince görmemek, imkânlara kavuşunca onları düşünmemek ne derece insanı rahatsız ederse, ortaya çıkan durum nasıl bir nankörlük olarak değerlendirilirse; aynı manzarayı bir cemaatte, bir toplulukta yetişen insan için de düşünmek gerekmez mi?
Evet, ne olursa olsun, insan nankör olmamalı, nereden geldiğini unutmamalıdır. Yetişmesinde, bilgi sahibi, makam, mevki, imkan sahibi olmasında kimlerin üzerinde emeği varsa; insaniyet, İslâmiyet, hakkaniyet, vefa duygusu onu gerektirir ki, o; o insanların rızasını tahsil etmeye çalışmalıdır. İnsana bu yakışır.
Harçlık verdiğin, hayatını verdiğin, her an ne yaptı, ne etti, ne yaşadı diye merak ettiğin evlâdının, sonra sonra seni tanımaması nasıl bir duygudur?
Nankörlük eden, nimetlerden mahrum kalır, kör olur.