Bu başlığın doğru anlaşılması için öncelikle “rüşd” teriminin etimolojik ve terminolojik veya ıstilahî anlamlarını vermek istiyorum: “Rüşd” lügat olarak ‘rşd’ kökünden masdar olup; “doğru yolu bulmak” ve “doğru yolda olmak” gibi anlamlar ifade eder.
İsim olarak; “doğruluk ve doğru yol” anlamına gelmektedir.
Terim olarak tefsirde ‘rüşd’; ayet-i kerimedeki “ekmeltü” yani “Sizin dininizi bugün kemale (rüşde) erdirip tamamladım ve din olarak İslam’a razı oldum.” (Maide, 3) anlamı ile ifade edilebilir ve bu ayet-i kerimenin, dinin tamamlandığını ifade eden Veda Haccı esnasında nazil olması da; vakıa mutabık bir hadisedir. “Allah’ın vahiyle bildirdiği, peygamberin açıkladığı doğru yol” demektir. “Peygamberler için risalet görevi ile tavzif” anlamına da gelir; Hz. İbrahim’e olan hitapta olduğu gibi.
Fıkıhta ise “kişiyi ilahî emirler karşısında sorumlu kılacak fikri olgunluk” anlamına gelir.
Kur’an terimi olarak “rüşd”ün zıddı “dalalet, sapıklık ve batıl yol” demektir. “Rüşd” tabiri, Kur’an-ı Kerim’de 19 yerde geçmektedir.
Bilindiği gibi her şeyin kendine göre bir rüşdü vardır ve o nispette de, mesuliyeti muciptir. Mesela, gençlik veya rüşd çağına gelenlerin mes’ul olduğu hükümlere “ef’al-i mükellefîn” denilir ve sekize ayrılır. O yaşa yani “rüşd” yaşına gelenlerin o hükümlerden sorumlu oldukları ifade edilir. Bu vesileyle, asıl konumuz olan “Dindeki rüşd nasıl olacak?” sorusuna gelelim.
Bu mesele; dinin İslam’la rüşde erdiğini haber veren bir ayet-i kerimeyle sabittir: “Bugün sizin dininizi kemale (rüşde) erdirdim ve din olarak İslam’a razı oldum.” (Maide, 3). Yani dinin “rüşdü” İslam’dır.
Bu beyandan açıkça anlaşılması gereken; muharref dinlerin reddedilip, dinin İslam’la rüşde erdiği gibi, insanlar da İslamı anlayıp uymakla rüşde erecek olmasıdır.
İşte Asr-ı Saadet ve “Hulefa-i Raşidin” bu meselenin en bariz misalidir. Ondan sonra en azından ümera seviyesinde Yezid’le bir kırılma ve düşüş yaşanmıştır. İşte insanlık o gün bugün Asr-ı Saadetin hayaliyle o kemalata ulaşmakla meşguldür ve ona ancak Mehdi ile ulaşacaktır. Hatta onun için olsa gerek Bediüzzaman’a, “günümüzde bir Asr-ı Saadet Müslümanı” tavsifi yapılmıştır. Evet yine onun için Müceddid-i Elf-i Sânî İmam-ı Rabbanî bu gerçeği şöyle ifade eder: “Geleceği vaad edilen Mehdi; velayetin ekmeliyetini alacak bu tarikat-i âliye (veraset-i nübüvvet yolu) üzerine gelecek ve silsile-i âliyeyi tamam ve tekmil edecektir. Bütün velayet nisbetleri, bu nisbet-i âliyenin altında bulunmaktadır ve diğerlerin nasibi azdır.” (İmam-ı Rabbanî, Mektubat, Cilt 1, s. 570)
İmam-ı Rabbanî bununla da yetinmeyip: “Mansab-ı Nübüvvet mensubu, alim-i tammü’l-marife Mehdi aleyhimü’r-rıdvan gelecek.” deyip, Mektubat’ının iki yerinde; hatta ismini de “Said b. Mirza” olarak, Üstadın ve babasının ismini birlikte vermiştir. (Mektubat, s. 75)
Bu meseledeki “rüşd”ü de, iki kısma ayırabiliriz:
1. Lafzî veya kelamî rüşd; bu zaten lafız olarak “kelam-ı kadim”dir ve i’cazıyla meydandadır.
2. Manevî rüşd ki, bu da Kur’an-ı Kerim’in manası ile ilgili olup, hiçbir asrın tek başına Kur’an-ı Kerim’in bütün manalarını istiab etmesinin mümkün olmamasını ifade eder. Çünkü o ezelî ve ebedî bir kitaptır, kıyamete kadar her asırda yeni iniyormuş gibidir. Onun yeni iniyormuş gibi olmasının izahını ve ispatını yapmak da, o asrın alimlerinin sorumluluğundadır ve her bir asır, hedef gösterilen bu kemalata mütemmim bir cüzdür.
(DEVAMI VAR)