"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kelime-i Tevhid’in şahitleri: Allah, melekler ve ilim sahipleri

Şemseddin ÇAKIR
19 Şubat 2021, Cuma
Bazı okuyucularımız, geçen Cuma yazımızdaki “İşârât-ı Kur’âniye’nin sonuna gelmiş bulunuyoruz” şeklindeki ifademizden, haklı olarak bu serînin tamamlandığını düşünmüşlerdir.

Evet, Üstadın kendi istihrâçları açısından seri tamamlanmıştır. Ancak yine bizzat Üstadın Nazif Çelebi’nin istihrâcı gibi Hafız Ali ve Küçük Hüsrev Feyzi’nin istihrâçlarını da makbul görüp Lâhikalara dercetmesini dikkate alarak, söz konusu iki istihrâca da yer vermenin uygun hatta gerekli olduğunu düşündük. Bu hafta merhum Hâfız Ali’nin istihrâcına değinmek istiyoruz.

Hafız Ali Ağabeyin istihrâcı, içinde Kelime-i Tevhidin iki kez tekrarlandığı bir âyet-i kerime ile ilgilidir. Bilindiği gibi Kelime-i Tevhid, “Allah’tan başka ilah yoktur” anlamındaki “Lâ ilâhe illallah” cümleciğidir. Bu cümleciğe “Kelime-i Tevhid” denmesinin sebebi Allah’ın “vahdaniyet”ini ifade etmesinden dolayıdır. Buradaki “vahdaniyet” ise Allah’ın ortağı, benzeri, dengi olmaması anlamındadır. Başka bir deyişle bu ifade uluhiyetin “mutlak” olduğunu yani sonsuzluğunu, sınırsızlığını, varlığının zorunluluğunu, Zâtının kâinat cinsinden olmadığını dile getirir. 

Kelime-i Tevhid’le ilgili olarak, insanî özelliklerimizle, etrafımızı, en basit haliyle düşündüğümüzde, “Allah’tan başka ilâh olmadığı”nın delili olarak ilk önce kâinatı görürüz. Zira gerek tek tek varlıklara baktığımızda gerekse -bilebildiğimiz kadarıyla- bir bütün halinde kâinatı nazara aldığımızda, gördüğümüz özelliklerin hiçbirisinin varlıkların kendisine verilemeyeceğini bilir, “Bunun gerisinde mutlaka ‘ilim, kudret, irade, rahmet, hikmet sahibi bir Kaynak’ olmalıdır” deriz. Yani varlıklardaki özelliklerin kaynağının varlıkların kendisi olamayacağını teslim eder, bunu “Lâ ilâhe” ile ifade eder, sonra da aklî bakımdan zorunluluk içinde mutlaka bir Varlık Kaynağı olmalıdır (illallâh) deriz. Peki, Kelime-i Tevhid’in delili ya da şahidi sadece kâinat mıdır? Elbette, hayır. Zira başta Kur’ân olmak üzere bütün semavî kitapların yani vahyin temel mesajı da budur. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de Muhammed Sûresi’nin 19. âyetinde, “Fa’lem ennehü lâ ilâhe illallah” yani “Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur” buyruluyor. Öte yandan hadislerin yani Resul-i Ekrem’in de (asm) sayısız sözlerinde Kelime-i Tevhid’e sürekli vurgu yaptığı biliniyor.

Ancak bütün bunların ötesinde “Kelime-i Tevhid”in şâhidi olarak Kur’ân-ı Kerîm’de çok dikkat çekici bir âyet-i kerîme bulunuyor. Âl-i İmran Sûresi’nin 18. âyetini teşkil eden bu İlâhî beyanda, Kelime-i Tevhid hakikatinin şahidi olarak; a) Bizzat Allah, b) Melekler, c) İlim sahipleri zikrediliyor. Âyetin meali şöyledir: “Allah, melekler ve ilim sahipleri O’ndan başka ilâh olmadığına, adaleti kàim kılarak şâhitlik ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O ‘Aziz’ yani mutlak güç sahibidir ve ‘Hakîm’ mutlak hüküm ve hikmet sahibidir”.

Görüldüğü gibi burada açıkça Allah’ın Kelime-i Tevhid hakikatine “şâhitlik ettiği” belirtiliyor, sonra da melekler ve ilim sahipleri “şâhit” olarak sıralanıyor. Bu üçlü şâhitlikte meleklerin şâhitliği ile ilim sahiplerinin şâhitliği kolayca anlaşılabilir görünüyor. Zira nûrdan yaratılmış olan ve şuur sahibi kılınan melaikenin tevhide şâhitliği yani tanıklığı açıktır, denilebilir. Zira onlar kendilerine verilen donanımla ulûhiyetin mülk ve melekût âlemindeki mutlak tecellisini görüp “şâhitlikte” bulunurlar, bulunuyorlar, bulunmaktadırlar. İlim sahibi kimseler de ilmen baktıklarında, bütün yaratıkları ve fiilleri ile kendini gösteren Gaybî Zâtın mutlaklığını ilme’l-yakın görüp hakkaniyet içinde şâhitlikte bulunurlar. Tevhide bizzat Allah’ın şâhitlik etmesine gelince, bu husus müfessirler tarafından iki anlamda açıklanmıştır: a) Allah’ın bütün âlemi varlık ve birliğini gösterecek sayısız delillerle donatması, b) Allah’ın bu hakikati dile getirmek üzere vahiy göndermesi ve peygamberler görevlendirmesi. Belki bir de buna kendi Zât-ı Ecell-i A’lâsı’nın mahiyeti bizce meçhul şâhitliğini ekleyebiliriz. 

Bu açıklamalar ışığında söz konusu âyeti, Allah’ın mutlak varlık ve birliğine yani Kelime-i Tevhid hakikatine önce âleme koyduğu sayısız deliller ve gönderdiği vahiyle bizatihî Kendisi, sonra melekler, sonra ilim sahipleri şehadet etmektedir, diye meallendirebiliriz. Biraz daha somutlaştırırsak eğer, Kelime-i Tevhidin şâhitleri; âlemdeki deliller ile bizzat Allah, sonra melekler, sonra Kur’ân-ı Kerîm, sonra Kur’ân’ı tebliğ eden Resûl-i Ekrem (asm), sonra da ilim sahibi kimselerdir, şeklinde bir neticeden söz edebiliriz (Bu âyette zikredilmemekle beraber, elbette mü’minler de derecelerine göre tevhidin şahitleridir).

Peki bu âyette geçen “ilim sahipleri” (ulü’l-ilm) kimlerdir, diye düşündüğümüzde, mantıkî bir çıkarım olarak, “uluhiyet konusunda Kur’ân ve Resul’den üst düzeyde ders almış, bunu ilmî çalışmalarına yani eserlerine yansıtmış âlimler olmalıdır”, diye bir sonuca ulaşıyoruz. Nitekim tarih boyunca başta müceddidler olmak üzere büyük âlimler, asfiya ve ehl-i ilim olan mürşidler bu kategoriye dahil olmaktadır.

Mezkûr âyetin anlam denizinde yüzmek için tekrar bir soru sorarak, “İçinde yaşadığımız âhirzamanda, Kelime-i Tevhide en parlak tarzda şâhitlik eden, bunun ihtiva ettiği hakikati ‘adeta görüyormuşçasına akıl ve duygularımıza mal eden’ âlim kimdir ya da kimlerdir” diye düşündüğümüzde, hiç şüphe yok ki karşımıza Risale-i Nur ve onun müellifi olan Bediüzzaman Said Nursî çıkmaktadır. Çünkü Risale-i Nur birçok eczasında doğrudan, hemen her eczasında da dolaylı olarak Kelime-i Tevhid’i ve bunun ihtiva ettiği hakikatleri bütün açıklığı ile yansıtmaktadır. Meselâ, Risale-i Nur’da, Otuz İkinci Söz’de “mevcûdat-ı âlemin vahdaniyete elli beş lisanla şâhitliği”nden söz edilmektedir.

Şimdi burada bir soru daha soralım: Ezel ve Ebed Sultanının konuşması olan Kur’ân-ı Kerîm’in, kendisinin en temel mesajı olan “tevhid” hakikatini âhirzaman insanına en güzel şekilde ortaya koymuş olan Risale-i Nur’a ve onun tercümanı olan Bediüzzaman’a işaret etmesi onun şânına aykırı mıdır? Elbette ki hayır. Aksine Kur’ân’ın böyle bir mazhariyete nail olan Külliyata ve onun müellifine işaret etmesi, insanlara bu noktada remzî bir teşvikte bulunması tam da onun şânına lâyık bir keyfiyettir, denilebilir, denilmelidir.

İşte Bediüzzaman’ın talebelerinden Hafız Ali, -kendi ifadesiyle-, bir gün akşam namazını kılarken Fatiha Sûresi’nden sonra bu âyet-i kerîmeyi okuduğunda, hiç düşünmediği halde, bu âyetin Risale-i Nur’a ve müellifine bakan manevî münasebeti akıl ve kalbine düşürülmüş, âyetin fıkralarının hem mânâca hem de ebced ve cifr hesabı ile Risale-i Nur’a ve onun tercümanı olan Bediüzzaman’a işarî ve remzî delâletleri bulunduğunu fark etmiştir. Mânâca âyetin her dönemde tevhidi ortaya koyan müfessirlere “küllî” olarak işareti cümlesinden olmak üzere, bu asırda, üstelik zor şartlar altında, tevhidin yüzlerce bürhanını en parlak şekilde ortaya koyan Risalelere işaret ettiğini belirtmiştir. Ebced ve cifr hesabı ile bakıldığında da âyetin aynı hususa işaretinin açıkça müşahede edildiğine dikkat çekmiştir. Meselâ, âyetteki “ulü’l-ilim” (ilim sahipleri) fıkrasının ebced değeri iki yüz on dört olup, bu değer tam olarak Risale-i Nur’un müellifinin meşhur lâkabı olan “Bediüzzaman” kelimesinin sayı değerine denk düşmektedir. Yine meselâ, âyetteki “ulü’l-ilm kâimen bi’l-kıst” fıkrasının ebced değeri altı yüz bir olup, bu da -iki küçük farkla- “Risale-i Nur” terkibinin sayı değeriyle örtüşmektedir. (İstihracın tamamıyla ilgili olarak bk. Kastamonu Lâhikası, 34. Mektup).

Rabbimiz, Risale-i Nur’a hizmetleri, daha doğrusu Risale-i Nur ile Kur’ân’a hizmetleri dolayısıyla Hafız Ali Ağabeyi Firdevs Cennetlerinde ağırlasın; bizleri de hakkıyla Risale-i Nur’a talebe olmaya, onu anlayıp hayatımıza taşımaya, onun Kur’ânî mesajlarını muhtaçlara ulaştırmak için ihlâsla çalışıp gayret göstermeye muvaffak kılsın. Amin!

Okunma Sayısı: 2170
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı