"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

On Dördüncü Asır ve nuru

Şemseddin ÇAKIR
30 Ekim 2020, Cuma
Not: Bu başlıktaki 14. Asır’dan maksad aynı zamanda Milâdi 20. Asır demektir.

Yani Hicrî 14’üncü Asr’ın karşılığı Milâdî 20. Asır’dır. Diğer bir ifade ile Birinci Dünya Savaşı ve sonralarıdır. Bu çok önemli hadiselere âyet-i kerime cifrî olarak işâret ettiği için başlık öyle atıldı. Demek âyet-i kerimeler, ahirzaman olarak bizim asrımıza da özellikle dikkat çekmiştir. 

Bu meselenin felâket ve saadet cihetlerini bilginize arz etmeye gayret ettiğimi ve edeceğimi ıttılâınıza arz ederim.

Sûre-i İbrahim’in başında “Elif, lam, ra. Bu bir kitap ki, insanları Rablerinin izniyle inkâr karanlıklarından iman nuruna çıkarman, kudreti herşeye gâlip olan ve hertürlü hamde lâyık olan Allah’ın yoluna kavuşturmak için sana indirdik. (İbrahim Sûresi: 1) âyetinin beş cümlesinde beş ima ile Risâle-i Nur’a bakışının mecmuu bir işâret hükmüne geçmesidir. 

Birinci ima: Bu âyetin makamı cifrîsidir ki, “insanları Rablerinin izniyle inkâr karanlıklarından iman nuruna çıkaran” cümlesinin ifadesiyle, On Dördüncü Asır’da (M. 20. Asır’da) insanlar Kur’ân’dan gelen bir nura çıkarlar. Bu müjdenin Risâle-i Nur’a mutabık olduğuna dâir makam-ı cifrî ile bin üçyüz otuz sekiz, otuz dokuz (M.1919-20) ederek Birinci Dünya Savaşı şartlarında telif edilen ve Risâle-i Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirine hem mana, hem de cifirce tam tamına tevafuk etmesi bu âyet-i celilenin Risâle-i Nur’a imasıdır. 

Bediüzzaman’ın tesbitiyle madem bu âyet-i kerimede asrımıza ait böyle bir müjde var. Biz de o müjdelenen nuru arayıp bulmamız imanın aklın ve mantığın gereğidir ki, Allah korusun! Ekser insanlar gibi “nur’u nar, nar’ı nur” zannedip dalâlet vadilerinde vahşete düşmeyelim.

Evet, nedir o On Dördüncü Asır’daki nur ki, onunla zulmetten nur’a çıkalım? 

Bu meal ve özellikle Nur lâfzı Risâle-i Nur’a mutabık olduğu gibi, makam-ı cifrîsi bin üçyüz otuz sekiz veya otuz dokuz (M.1919 -20) ederek 1. Dünya Savaşı zulümatında telif edilen Risale-i Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin o zulmetler içinde, engel tanımadan zuhuru tarihine tam tamına tevafuk ve âyetteki nur lâfzının da, Risâle-i Nur’a ima ile bakmasıdır. Zira o tarihlerde zulmet bulutları her tarafı kaplamış, insanlık canavarlıkta sırtlanları geçmiş ki bu zulümleri iliklerine kadar yaşayan iman şâiri M. Âkif merhum bu vahşeti: “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ/ Hani tâunada zuldür bu rezil istilâ” diye tasvir eder. 

İşte böyle herkesin kendi başının derdine düştüğü bir esnada hem de bizzat Deccalizmi temsil eden bir devletin (Rus) cephesinde Bediüzzaman’a yazdırılan, evet ilhamen “yazdırılan” diyorum zira; tahsilsiz sayılan, özellikle Arapça öğrenmemiş olan, doğunun kuş uçmaz, kervan geçmez tenha bir karyesindeki bir insanın, Ezher’de öğretilemeyen bir Arapçayı öğrenip, Ezher profesörlerine ders vermesinin izahı nedir? Zaten Araplar; belâgat ve edebiyatta dahidirler ve buna Kâbe’ye asılan ‘muallâkat-ı seb’aları delildir. Öyle bir milleti hayran bırakan bir Arapça tefsiri hem de savaş şartlarında yazacaksın! Buna da belâgat dahileri hayran kalacak, peki, bu gerçeğe “yazdırılma” demeyip de ne denilecek? 

Bir başka misal: Eşref Edib’in şehadetiyle M. Âkif merhum da, “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alarak ilhamı/ Asrın idrakine söylemeliyiz İslâmı” manzumesini terennüm ediyor ve “Aristolar, Sokratlar Bediüzzaman’ın topuğuna yetişemez” diyor. Yani Bediüzzaman belâgatta da emsalsizdir. Hem de böyle bir zulümat içinde “Risale-i Nur’un fatihası olan bir tefsirin fevkalâde iştiharî ve Dârü’l-Hikmet (İslâm âleminin en yüksek ilmî heyeti) tarafından ekser müftülere gönderilen nüshalar, müteaddit ve maddî manevî inkılâpların sarsıntılarından vikaye noktasında-çok emâreler ve müftülerin itirafıyla-birer kal’a ve ekser müftülerin ellerinde birer elmas kılınç hükmüne geçmeleri tarihine tevafukla takdirkârane bakar.” (Şuâlar, Birinci Şuâ, s. 746)

İşte bu fiilen mağlûbiyetin ilmen galibiyetidir ki yine Bediüzzaman buna karşı mealen, “Elinizden gelirse beni vicdanen tazip ediniz, yoksa dünyevî ve maddî cezalarınız benim için şandır şereftir” diye de meydan okur. 

Zira o tarihlerde savaş musîbet ve mağlubiyetlerinin de, ötesinde manevî zulümat olan materyalizmin ve Yunan felsefesinin inkârcılığı hertarafı istilâ etmiş, bu inkâr karşısında âlem-i İslâm şaşkına dönmüştü. Elbette istisnaları tenzih ederim, fakat beşik ulemalarının dalkavukluk yarışından başkası umurunda değildi. Halbuki bu hücumlar bin yıllık bir birikimin hıncıydı. İşte Risâle-i Nur aynı zamanda bin yıldır İslâmın aleyhine teraküm eden o inkâr ve soruların da cevabı idi. O zulümat içinde bir güneş gibi doğan ve küfrün belini kıran bir nurdur. Yani onlar madden gâlip olsalar da Risale-i Nur onları ilmen, manen ve vicdanen mağlûp etmiştir.

Okunmayan iki eliflerle birlikte sayılsa, bin üçyüz kırk bir (1920-21) eder ki, Risâle-i Nur’un mebde-i zuhuruna (doğuşuna) tam tamına tevafukla bakar.

İkinci ima: Makam-ı ebcedî imasıdır ki; “Risâle’i-Nur’un ebcedî makam-ı olan 548’e tam tamına  tevafukudur.

Bu tevafuku letafetlendiren bir münâsebet: Âlem-i İslâmın başına gelen felâketlerin en dehşetlisi, bilhassa şu iki asırda olmuştur. Bunlardan ilki Hicrî Altıncı Asır (M. 12. Asır) olan Cengiz ve Hülâgu zulümleri ve Moğol istilâsıdır ki, âlem-i İslâm’a bir kâbus gibi çökmüştür. İkincisi de bizim zamanımıza bakan H: 13-14. (M. 20. Asırdır) ki bu seferde düvel-i muazzama tabir edilen yedi süper devletin miadı dolmuş olan haçlılığın hortlatılması için harekete geçmeleridir. 

Bizim dinî kaynaklarımızda bunun diğer bir adı, ahirzamanda olacağı haber verilen “melheme-i kübrâ” felâketidir, ki bu da Birinci Dünya Savaşına tekabül eder. Bunlar tarihin en hunhar ve şen’i saldırılarındandır, onun için millî şairimiz M. Âkif bu vahşeti boğaz harbi vesilesiyle “Kimi Hindu kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ,/ Hani tâuna da, zuldür bu rezil istilâ” diye tasvir etmiştir. Yani böylece insanlığin en dramatik felâketleri yaşanmıştır.

Bu zulümlerin ikisinin de bariz özellikleri deccalizm karakteri taşımalarıdır. Yoksa normal bir insan karakteri haysiyet ve şerefiyle bağdaştırılamazlar zira, düşmanın dahi merdi takdir edilir. Fakat, bunların takdir edilebilecek hiçbir değeri yoktur. Aynı zamanda bunların biri küçük, diğeri büyük deccalın görevlerini icra etmişlerdir ve bazı benzerlikler arz ederler.

1- İkisi de Anadolu’yu ele geçirerek dünya hâkimiyeti kurmak içindir.

2- İkisi de İslâm birliğini bozmak içindir.

3- İkisinin de en bariz vasfı İslâm birliğinin imamesi durumunda olan “hilâfetin” kaldırılmasıdır ve hadis-i şerifte; İslâm içinde birkaç deccal geleceğine dair rivayetlerden birisi bu hadisi şeriftir ki, sarih bir surette Cengiz ve Hülagu fitnesinden haber vererek “Uzun zaman hilâfeti Abbasiye devam edecek, sonra o saltanat deccal eline geçecek (Kenzul Ummal 14:271) diye beşyüz seneden sonra İslâm içine bir Deccal gelecek, o hilâfeti bozacak gibi ki, eşhas-ı ahirzamandan çok rivayetler haber verdikleri halde... (Şuâlar, 14. Şuâ. 431) ulemâissu lâkayt kalmışlar. Halbuki İmam-ı Gazali “Doğru çıkan haberin butlanına gidilmez” diyor. 

Evet, aynen hadis-i şerifte olduğu gibi, gelmişler, birisi hilâfeti, Abbasilerden öbürü de Osmanlılardan kaldırmışlar ki hilâfetin ilgası, hadis-i şerifin işaretiyle deccalizmin en bariz alâmetlerindendir.

Bu hadisin meali “Halifelik amcamın oğlu Abbas’ın sülâlesine kadar zail olmadan ve hatta deccala teslim oluncaya kadar devam edecek” buyrulmaktadır.

4- İkisi de İslâmî eserleri külliyen yok etme gayreti gütmüş, birisi nehirlere atarak diğeri de yasaklayarak.

5- İkisi de İslâmı temsil eden Türk milletine düşmandırlar.

—DEVAMI HAFTAYA—

Okunma Sayısı: 2324
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı