SOSYALİSTLER VEYA KOMÜNİSTLER, KUZEY AVRUPA ÜZERİNDEN DÜNYA HÂKİMİYETİNE KOŞTULAR…
Said Nursî’nin Berlin seyahatini, ahir zaman hadiseleri adesesinden ele alacağımızı söylemiştik. Bu çerçevede “Kuzey Coğrafyası” hem lokal mekân olarak ve hem de belli bir ideoloji-sınıf tanımı noktasında Risale-i Nur’da özel bir yer tutar. Ahirzamanın en tahripkâr hareketinin Kuzey’den çıkacağını ifade ederken Said Nursî, bu harekete “Şimal Cereyanı” namını vermesi de gariptir. Bir önceki yazımızda, sosyalistlerin bu hedefleriyle “intikamlarını” birleştiren bazı Yahudilerin “Kuzey’de” toplanma hikâyelerinden de kısaca bahis etmiştik.19. Yüzyıl’ın başından itibaren bu sevda ile Londra, Paris, Berlin, Viyana ve diğer büyük Avrupa merkezlerinde faaliyetlerini hızlandıran dinsizlik ve ahlâksızlık cereyanları için Berlin, Varşova ve St. Petersburg’un önemini, bu yüzyılda ve hatta 20. Yüzyıl’ın yarısına kadar devam edecek hadiselerden anlıyoruz. St. Petersburg’un akıbetini yazmıştık. Lehistan’ın başşehri Varşova da, gecikmeli olarak aynı sonu paylaşacaktı… Fakat Berlin, Bediüzzaman’ın Kur’ânî mesajları, Kostroma’dan gelen talebelerinin gayretleri ve nihayet kendilerinin bizzat ziyaretlerinden sonra “direnmeyi” seçecekti… Bu noktaya sonraki yazılarımızda inşallah dönmeye çalışacağız.
Bediüzzaman, 1909’da Bekir Ağa koğuşundaki tutukluluğu esnasında suikast niyetiyle gelen subaylara gösterdiği tepkiyi 1934’te Isparta’daki mevkufiyetinden önce seslendirdiği ifadeleriyle bir araya getirdiğimizde, farklı bir şekil ortaya çıkıyor. Dar-ül Hikmet’te mesai arkadaşı Seyyid Saadettin Paşa’nın haber verdiği ve kendisini imha için fırsat kollayan Avrupa’daki dehşetli dinsizlik komitesinin siluetini satır aralarından görebiliyoruz.
“Yirmi beş sene evvel Divan-ı Harb-i Örfîde kendi idam kararını beklerken, sebepsiz, kalbsiz, rütbeli iki adam, mahpus olduğu koğuşa tahkir için geldikleri zaman gayet acip bir surette söylediği o hale mahsus meşhur bir şetmi üç defa zalim ve garazkâr ehl-i dünyaya karşı sarf ediyor, “Benden ne istiyorsunuz?” diye bağırarak tekrar ediyor, sonra susuyor. Aynı dakikada zabıta köşkü basmak için yedi-sekiz polis köşkün etrafına girdikleri zamana tevafuk ediyor. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 46)
Bu satırların tedaileri, zihnimizin eline yeni ipuçları verebilir. Hollandalı tarihçi Zürcher, Dönmeleri anlattığı eserinde Dr. Nazım ve arkadaşlarıyla (31 Mart’çılar) Leo Troçki ve arkadaşları (17 Ekim’ci ihtilâlciler) arasında ilgi kuruyor. Eskişehir tevkifi için harekete geçen Şükrü Kaya’nın da Dahiliye vekili Talat’ın o günlerdeki bürokratı olduğunu tekrar hatırlamamız gerekiyor. Ve bütün bu ihtilâlcilerin 23 Temuz Hürriyet bayramının ilk gününden itibaren Bediüzzaman’ı yakından takip ettiklerinden emin olmalıyız. Eskişehir Tevkifi için gelen Kaya’nın Talat, Dr. Nazım ve Dr. Bahattin kliğine mensubiyeti size de garip gelmiyor mu?
Esaret kampında da aynı komitenin Seyda’yı öldürmeye teşebbüs ettiğini ve bir Rus Albay’ın koruma ve yardımıyla kurtulduğunu esaret arkadaşları, hatıralarında söylüyorlar. Burada kendisine verilen “koruma”nın bolşevikçilere yönelik olduğunu anlıyoruz. Hollandalı tarihçi Zürcher’in araştırmalarında, Bolşevik ihtilâlinin esaslarından olan Leo Troçki’nin Osmanlı ihtilâlci Dr. Nazım ve Dr. Bahattin’den çokça etkilendiğini yazması; bahsedilen komitenin menşeini ve Bediüzzaman’ı takip sebebini ortaya koyuyor, kanaatindeyiz. Genel olarak Kemalistlerin, mason ve komünistlerin “Nurculuk düşmanlıklarını” da bu hakikate bağlayamaz mıyız?
Çarın dayısı Nikola’ya kıyam etmemesi ve bu vesileyle Divan-ı Harbe verilmesi esnasında devreye giren Alman ve Avusturyalı subayların gayreti de, Üstadın onların üzerindeki nüfuzunu gösteriyor. Üç seneye yakın bir zaman zarfında, bu İsevîlerle bir arada kalmış ve onlarla talebe-hoca münasebeti kuran Üstad’ın, ihtilâli müteakiben, misyonu gereği talebe ve müttefiklerinin merkezine (yani Berlin’e) gitmemiş olmasını kabullenmek, vaki olmuş olsa bile kolay olmuyor. Kaldı ki; “tehlikeli, macera dolu, uzun, Rusça bilmediği halde, yalnız başına ve Gavs’ın haber verdiği üzere Garba yönelerek” ihtilâl merkezi St. Petersburg’a gitmesi, hikâyenin en ilginç yanı olmalı. Bu arada Nikola hadisesinin de, kampa yerleşmesinden yaklaşık bir sene sonra vukua geldiğini olaylar zincirinden çıkarabiliyoruz. Burada bir hüsn-ü tahlilde de biz bulunalım. Hz. Gavs’ın şiirinde bahsettiği “Garp”, Van’a nisbeten İstanbul ve Isparta’dan mı ibaret olmamalı? Halbuki bizde Garp denildiğinde direkt Avrupa hatıra gelir. Avrupa’nın en önemli bir merkezi de Berlin’dir… Arz ettim ya, bu noktayı okuyucularımızın müsamahasına sığınarak ilâve ediyoruz..
Üstadın Tarihçe-i Hayatı’ndan kesitler sunan Yirmi Altıncı Le’ma’dan, Said Nursî´nin 1918 yılının Mart ayında Kostroma’dan ayrıldığını kabul edebiliriz. Diğer esirlerin serbest denilecek rahatlıklarla Romanya, Moldovya ve Macaristan gibi güzergâhları takip ederek vatana dönmelerine rağmen Said Nursî’nin Batı’ya yönelmesinin hikmetini de araştırmamız lâzım. Zira mezkûr güzergâhları kullanan Osmanlı esirlerinin ciddî bir zorluk görmeden vatana döndüklerini hatıralarından öğrenmekteyiz. Bu esirler arasında bulunan talebesi Ali Çavuş’un hatıralarında; Romanya’da iken Üstadın Berlin’e gittiğini ve orada Alman yetkilileriyle görüştüğünü, buralarda yayınlanan gazetelere dayandırarak anlatması da, Berlin ayağına kuvvet verir, kanaatindeyim. Ali Çavuş’un bu haberleri, oralarda münteşir Osmanlıca mecmualardan mı, direkt Romen gazetelerinden mi öğrendiğini maalesef bilemiyoruz. O zamanın behrinde, Üstadın Berlin Seyahati bütün sevenlerince bilindiğinden, Abdülmecid Ağabey gibi hatıra defteri tutanların kayıtlarında geçmesi gayet normal sayılmalı…
Burada, bizce definisyonu zor bir nokta daha var. Rusya demokrasisine son veren devrimcilerle, Osmanlı ve Türk demokrasisine son veren devrimcilerin ne zamandan bu yana irtibat içinde oldukları da, bu çerçevede önemli bir husustur. St. Petersburg ile İstanbul’un stratejik ilgisi var mıydı? Kaldı ki; Bizdeki ihtilâlci ve tedhişçi bazı ittihatçıların talebeleri konumundaki Bolşevik ihtilâlcilerin (Troçki ve arkadaşlarının), tabiri caiz ise St. Petersburg’daki karargâhlarına girmesinin manası ne idi? Sonra; bir süre komünist blokun başşehirliğini yapacak Varşova... Kanaatimizce işte burada, Üstadın bizzat kendisince bir karartma yapılarak Berlin zikredilmiyor. Bir taş atımı ötedeki Berlin’e, Enver’in arkadaşının uğramamasını elbette düşünemiyoruz.