Yazımızın başlığının geniş ihatasından şikâyetçi olacağınızı biliyoruz. Hem zaman hem fiziki mekân ve hem de mana olarak fevkalade geniş… İnşaallah belli bir çerçeveye ve bizi fazla aşmayacak bir sahaya sıkıştırmaya çalışacağız.
Avrupalılar üretim/tüketim kelimelerini “Endüstrileşme Dönemine” bağlarlarsa da bu iki kelimenin ilk babamız Âdem (a.s.)’dan bu yana mana olarak var olduğunu biliyoruz. Semavi kitaplarda, peygamberler aracılığıyla üretime yapılan vurgu ve yapılan teşviki de biliyoruz. Belki de bütün peygamberleri “üretimci ve üretime teşvikçi” olarak da kabul edebiliriz. Konumuzun bu olmadığını ve bilhassa Kur’an-ı Kerim ve ilk tefsiri hadis-i şeriflerdeki üretimi teşvik konusunu burada ele almayacağımızı öncelikle arz edelim.
Bediüzzaman, zamanımızdaki değerlerin manaları itibariyle yer değiştirdiğinden bahseder. Adalet ile zulmün… Cehalet ile ilmin… Sadakat ile ihanetin… Ve de üretim ile tüketimin… İktisat ile israfın zıtlar olarak yer değiştirdikleri gibi… Mevcut Batı Medeniyetinde yapacağımız zihni bir seyahat ve yükselen değerlerle ilgili tahlillerimiz, bu konuya biraz daha açıklık getirecektir kanaatindeyiz… İktisadın, iffetin, güzel ahlâkın, şecaatin, sahavetin, çalışkanlığın, karşılıksız yardımlaşmanın, ihlasın, insaniyetin, mertliğin, fedakârlığın ve daha nice insanî temel değerlerimizin, mevcut Batı toplumlarının bir kesiminde, gerekli alâkayı göremediklerinden, utançlarından köşe-bucak saklandıklarına şahit olacaksınız.
Çağımız, kısmen zihni olarak materyalizme yuvarlandığından, üretimi elbette yalnızca maddi olarak anlayacaktır. İnsaniyet merkezli bir düşünce dünyasında maddi üretimin, çokça bir yer işgal etmediğini İslâm mütefekkirlerinden öğrenebiliriz. İnsan hayatını, ebed tarafına olan yolculuğunda, bir ağacın altında gölgelenmek kadar kısa olduğunu mantıken isbat edene itiraz edilir mi? İnsanların tapınacak kadar önem verdikleri dünyalarının; ya bir rüzgâra, ya bir ateşe, ya bir ihtizaza veya yağmurun sularına kapılıp kaybolacak kadar geçici olduğunu anlamalarıyla birlikte, üretimin yalnızca maddi olmadığını anlamaları kolaylaşacaktır.
Üretimin yalnız insanlara has olmadığını da biliyoruz. Allah’ın kâinata ve bilhassa dünyamıza koyduğu kanunlarla, sayılarını rakamlara sığıştıramayacağımız çoklukta üreticiyi çevremizde istihdam ettiğini görebiliyoruz. İnsanların ürettikleriyle karşılaştırılmayacak kadar mükemmel, şahane, kıymetli, sanatlı, pahalı ve zaruri üretim bunlar… Kur’an-ı Kerim’de bu tür üretimlere bakışımızı çeviren çok âyet vardır. Kan ile fışkı arasında bize gelen o tertemiz sütler, laboratuvarındaki zehirler arasında üretilen şifalı ballar, bir böceğin eliyle takdim edilen nadide giysiler, karşılığında dünyayı versek elde edemeyeceğimiz elma, hurma ve üzüm gibi milyonlarca meyveler… Bu üretim bahsini Kur’an-ı Kerim, tam da bizim seviyemize, üslubumuzca ve öyle tatlı anlatıyor ki… Zemzem gibi… Fakat Kur’an’dan öğrendiği ilimleri materyalist düşüncenin ifsadıyla karıştıran dinsiz Batı felsefesi, maalesef üretimin merkezine insanı koymuş. Bir virüsten korkusuyla tam iki sene boyunca kapısını-bacasını kapatan bu insanı da ilâhlaştırmaya yönelmiş. Meseleyi çok dikkatlice ve mantıki ölçülerle incelediğimizde, maskaralıkta benzersiz bir mahlûkla karşılaşıyoruz bu noktada…
İşte bu çok zayıf, korkak, beceriksiz, şovmen ve yaratılış kanunlarını değiştirmeye yeltenen maskara insan, gayr-ı meşru yollarla ele geçirdiği hatırı sayılır bir kısım dünya sermayesine dayanarak, kendi kafasınca dünyaya çeki-düzen vereceğini iddia ediyor. Son zamanlarda iddiasını realize niyetiyle yavaş yavaş tahribatlara da başlamış görünüyor. İnsandaki hayvanî duyguları keşfedip onları ellerindeki imkânlarla harekete geçiren bu tahripçilerin insanlığa verdiği korku da DEHŞETLİ. Artık dünyaya sahip olduklarını, insanların ihtiyaçlarının kendilerinden sorulacağını, keyiflerine göre canlarının istediği kadar, dünya üzerinde insanlara yaşama imkânı verebileceklerini, dostlarını cennetlerde yaşatacaklarını ve itiraz edenlere hayat hakkı tanımayacaklarını yavaştan yavaşa dillendirmeye başladılar. Bu icraatlarını yalnızca seslendirmiyor, ufaktan ufağa göstermeye de başlıyorlar.
Mesela, insanlığın beslenmesi ve yaşaması için gerekli olan kaynakları ele geçirdiklerini, tedarik zincirlerini tekellerine aldıklarını, bitki, hayvan ve insan dünyasına önce hastalıkları enjekte edip panzehri de ellerinde tuttuklarını yüksek ücretli CEO’ları ve medyatörleriyle bize ihsas ettirmeye çalışıyorlar. Buradaki hakikati gözden kaçırmadan ve mevzu bütünlüğünü olabildiğince koruyarak devam edelim. Dünyanın belli bir sermayesinin, maalesef hatalarımızdan dolayı semavi din karşıtlarının ellerine geçtiğini yıllardır yazıyoruz. Bu insaniyet ve İslâmiyet karşıtlarının DECCALLER kadar vicdansız ve zalim olduklarını da... Global hegemonya uğruna organize ve teşkilatlanmalarından da bahsediyoruz. Ve insanların hırsları, dünya zevkleri, şöhret düşkünlükleri, Yaratıcıya olması gereken iman ve ahlâk zaafları, yersiz korkaklıkları, hasetleri ve yalancı riyakârlıklarından yararlanarak “ÜRETİMİN BAŞINA” geçen semavi din düşmanlarına karşı; hem insaniyeti, hem dünyamızı ve hem de değerlerimizi nasıl savunup zafere ulaşacağımızı da Kur’an’dan ve Kur’an’ın Ahirzaman dinsizliğine karşı yekta silâhı olan Risale-i Nur ile aramaya devam edeceğiz.