Behlül Semerci: “Dinde zorlama yoktur” âyetini nasıl anlamalıyız? Bazı mealler dine girmekte zorlama yoktur derken bazıları direkt dinin içinde zorlama yoktur diyor. İkincisinde anlam genişlerken birincisinde daralıyor.”
Dinde Hürriyet Esastır
Bu âyeti eğip bükmeden “okuduğumuz gibi” anlayalım. Dinde icbar, ikrah ve zorlama yoktur.1 Dinde istibdada izin yoktur. Allah ne peygamberlerine, ne de kullarına icbar etmez. İcbar edilmesini istemez. Allah kullarının hür iradeyle inanmasından, inancını yaşamasından ve ibadet yapmasından razı olur. Makbul iman da, makbul amel de baskıyla gerçekleşen değil, hür iradeyle gerçekleşendir.
Dinde insanın hürriyeti esastır. Dinin ve emirlerinin hürriyetle yaşanması efdaldir ve makbuldür. İcbarla, zorlama ile ikrah ile yaşanması makbul değildir, efdal de değildir.
Gaşiye Sûresi’nde buyurulur ki: “Onlar devenin nasıl yaratıldığına bakmazlar mı? Göğün nasıl yükseltildiğine bakmazlar mı? Dağların nasıl dikildiğine bakmazlar mı? Yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı? Sen uyar! Sen sadece uyarıcısın! Sen onların üstünde zorba değilsin!”2
Bu âyet müşriklere Allah’ın varlığını ispat etmek ve onları imana dâvet etmek için Peygamber Efendimiz’e (asm) ikna ve hikmet metodunu kullanmayı, icbardan ve zorlamadan sakınmayı emreder.
Dinin İçinde de İcbar Yoktur
Dinin dışında olanlara icbar edilmez. Peki, dinin içinde olana icbar edilir mi? Hayır!
Dinin içinde olanlara İslâm hukukunun tatbiki vardır; o ayrıdır. O Müslüman kimliği gereğidir. İslâm hukuku amme hukukunu korumak için cezaî müeyyide uygular, toplumun veya şahsın hakkını fertten sorar. Dolayısıyla içtimaî kusurlarda ceza tatbiki toplumun huzuru içindir. Her hukuk sisteminde bu böyledir. Bu hürriyeti selb eden bir durum değildir. Hürriyetin tarifi zaten kişinin ne kendine, ne başkasına zarar vermeden istediğini yapmasıdır.
Ancak İslâm hukukunda ibadet kusurları için ceza tayin edilmemiştir. Kişi ibadet yaparsa sevabını kendisi alır, farzı terk ederse hesabını mahşerde kendisi öder.
Evet, İslâm hukukunda farzı tek edenler için ta’zir cezaları gündeme getirilmiştir. Fakat bu cezalar kimi ibadet terkinin toplum hukukuna ve huzuruna temas ettiği kanaatine varılarak, içtihadî ve kanaat-ı vicdaniye olarak takdir edilmiştir. Nas ile değil.
Dolayısıyla ibadet farz da olsa terk edene İslâm hukukunda had cezası, yani âyet ve hadisçe belirlenmiş ceza yoktur. Ancak uhrevî ceza vardır. Kişiye uhrevî cezası hatırlatılır. İbadet yapmaya teşvik edilir. Fakat zorlanamaz.
Yani ibadette icbar yoktur. İbadet yapıp yapmayacağı kişinin kendi hür iradesine bırakılır.
Ona Yapışan Necat Bulur
“Dinde icbar ve zorlama yoktur. İman küfürden iyice ayrılmıştır” mealindeki, “La ikrâhe fiddîni kad tebeyyene’r-rüşdü” 3 âyetinin cifir hesabından Bediüzzaman şu manayı istihraç ediyor:
Bu âyetin cifir hesabı 1350 ediyor. Bu tarih, milâdî 1928’li yılları gösteriyor. Cumhuriyet Hükümeti, “Devletin dini din-i İslâm’dır” hükmünü 10 Nisan 1928’de anayasadan kaldırmıştır. Laik Cumhuriyete geçiş adımlarının hızlandığı yıllardır. Dinde ikraha, icbara, mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan vicdan hürriyeti kabul ediliyor. Dini dünya işlerinden ayıran kanunlar o tarihlerde kabul ediliyor.
Fakat aynı tarihlerde manevî bir cihad-ı dinî ve bir mücahede-i maneviye de, iman-ı tahkiki kılıncıyla gerçekleşiyor.
Kur’ân’ın nurundan gelen Risale-i Nur, ehl-i imana bir nokta-i istinad oluyor. Risale-i Nur, dindeki rüşd-ü irşadı ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bir nur, burhan ve hakikat olarak Kur’ân’dan o tarihlerde meydana çıkıyor. 4
Keza bu âyet mana-yı remziyle haber veriyor ki: “Risalet-ün Nur bu asırda, bu tarihte bir “urvet-ül vüska”dır. Yani çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah”tır. Ona elini atan, yapışan necat bulur.” 5
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi: 256.
2- Gaşiye Sûresi: 17-22.
3- Bakara Sûresi: 256.
4- Asa-yı Musa, s. 100.
5- Asa-yı Musa, s. 101.