Kapanmayan Amel Defterleri
Ağabeyler, kardeşler, dostlar, anneler, babalar, veliler, öğrenciler!
Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki: “Ölen üç kişinin amel defteri kapanmaz:
1-Çocuklarına iyi eğitim vermiş babanın.
2-İyi öğrenci yetiştirmiş öğretmenin.
3-Sadaka-i cariye sahibi kimsenin. Sadakasından başkaları faydalandığı sürece.”
Bu hadiste öğretilen en önemli ahlâk diğerkâmlıktır. Yani kendini değil, başkasını düşünmektir. Kendi çocuklarını düşündüğün kadar, başkalarının çocuklarını da hesaba katmandır. Kendi elinden tutanın olmasını istediğin kadar, senin de başkalarının elinden tutmandır.
Aslında bir Nur talebesi bu alanların üçünde de aynı emirle görevlidir. Yani Peygamber Efendimiz (asm), aslında iyi bir Nur Talebesinin resmini çiziyor. Dolayısıyla, bir Nur Talebesinin amel defteri kapanmıyor. Ama bu üç alanla ilgilenmesi şartıyla…
Amel Defterimizin Kayıtları
Başka bir ifadeyle, bu hadiste istenen baba, iyi bir Nur Talebesinin mesleğidir. Bu hadiste istenen öğretmen, iyi bir Nur Talebesinin görevidir. Bu hadiste istenen sadaka-i cariye sahibi olmak, iyi bir Nur Talebesinin işidir.
Burada Nur Talebesinin evlenmiş olması olmaması, çocuğunun bulunması bulunma-ması, sadaka-i cariye olarak bir çeşme yaptırmış olması olmaması önemli değildir. Sadaka-i cariyenin zaten sadece çeşmelere veya yollara tahsisi yoktur. Öğrenci ihtiyaçları pekâlâ sadaka-i cariye olur.
Eğer hangi yaşta ve başta olursa olsun, eline gelen öğrenciyle ilgileniyorsa, ona bir şeyler vermeye veya öğretmeye gayret ediyorsa veya öğrencinin ihtiyaçlarını karşılıyor-sa, her üç kademeden de amel defteri kaydedilmeye devam eder.
Şunu vurgulamak isterim: Elinden tutacak bir çocuk bulduğumuzda, bizim çocuğumuz mu, komşunun çocuğu mu sormamıza hiç gerek yoktur, elinden tutalım. Yardımcı olalım. Aynı sevabı alırız.
Resulullah Efendimiz (asm) Medine’ye Mescid-i Nebevî’yi yaptırdığında, hemen yanı başında ashab-ı suffa için de odacıklar yaptırdı. Ashab-ı Suffayı kendi ailesinden ayırmadı. Ashab-ı suffadan nice yıldızlar yetişti.
Böyle mi gitsin
Bizim ashab-ı suffamız ne âlemde? Bize düşen işleri yapmış mıyız, yoksa başkasının üzerine atmış ve ihmal mi etmişiz? Bizim çocuklarımız veya akrabalarımızın ya da komşularımızın çocukları bizim ashab-ı suffamız olmuş mu, olmamış mı? Olmamışsa, kendimize sormuş muyuz: Böyle mi olsun, böyle mi gitsin, diye.
Şunu unutmayalım ki: Risale-i Nur’un imbiğinden geçmeyen bir çocuk, asrımızın zındıka imbiğinden geçiyor. Bu çocuğa ulaşmak artık zorlaşıyor.
Eğer gerek kendimizin, gerek başkasının, ulaşabildiğimiz çocuklarını Risale-i Nur imbiğine alınmasına sebep olabilmişsek, yukarıdaki hadiste zikredilen üç dereceli bir kayıt sistemine de girmişiz ve amel defterimizi açık tutmayı başarmışız demektir.
Öğrencilerimiz yanı başımızda olmazsa, kendimizin kendi kendimize okuyup okuyup gitmemiz inanın bizi Nur Talebesi yapmaz, yarın mahşerde hesap yükümüzü artırır. “Sen okurken, o çocukla ilgilenmedin; o çocuğu asrınızın canavar pençesine bıraktın!” sorusu bizi ezer, üzer ve yakar. “Bu nurları bencilce sadece kendine mi okudun?” sorusu bizi ezer, üzer ve yakar.
O zaman gelin bu işe yeni baştan tedbir alalım. Meşveretlerimizin baş konusu bu konu olsun. Bu işi çözmeden başka gündeme geçmeyelim.
Çünkü vebal üzerimizdedir.