Bizim bir hastalığımız var. Bazı şeylerin gerçekleşeceği aşikâr olduğu halde tedbir alınmaz, yaşandıktan sonra ise “baştan belliydi” denilir.
Bu kronik bir tedbirsizlik hastalığıdır ve neticeleri itibariyle felaket getirir.
Bu sebeple felaket kapıya gelmeden bir konuda uyarıda bulunmak boynumuzun borcu…
Orta Doğu’da ve dahi ülkemizde daha evveliyatında da yaşanmış olan mezhep fitnesinin yeni dönemde daha ivmeli ve kuvvetli şekilde piyasaya sürüleceğine dair emareler gittikçe kuvvetleniyor.
Bölgede dengeler küresel güçlerin hesap ve çıkarlarına göre değişiyor ve şekilleniyor.
İslam coğrafyasına seneler öncesinden Frenk illeti olan ırkçılık fitnesinin tohumlarını ekenler, uzun zamandır bunun meyvelerini toplamaya devam ediyor. Lakin tek başına ırkçılık bazı kilit noktaları açmaya yetmiyor. Bölgesel bazı noktalarda ırk fitnesinin yanına mezhep fitnesi de eklenerek neticeye varılmaya çalışılıyor.
Son günlerde sırasıyla Fransa, Almanya ve İngiltere’nin Suriye’deki muhalefetin silahlandırılması konusunda kararlılıklarını ortaya koymaları oldukça endişe verici…
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in, “Suriye’ye askeri müdahale” seçeneğinin devreye sokulması çağrısı da cabası… Batılı güçler de Peres de, uyanık davranarak, bu işi kendileri yapmak yerine Arap Birliği’ne havale etmek yahut hali hazırda bölgede bulunan “Suriye Muhalefetini” silahlandırmak suretiyle işi halletmek istiyorlar.
Suriye’de yaşanan çatışmaların alt yapısında “mezhep” farkının olduğu bilinen bir gerçek… Suriye’deki Baas rejiminin Nusayri kökenli olması ve azınlığın çoğunluğa şiddetli tahakkümü manasında bir dikta rejiminin yaşanıyor olması, mezhep fitnesini tedavüle sokmak için bulunmaz bir fırsat.
Suriye aynı zamanda İran’ın ileri bir karakolu olarak görülüyor. Tıpkı Lübnan’daki Hizbullah varlığı gibi…
Bilindiği gibi Lübnan’da mezhep çatışmaları mikro ölçekte yaşandı ve çok kan aktı. Halihazırda diken üstünde olduğunu söylemek mümkün.
Bugün Suriye-Lübnan kilidini açarak İran’a ulaşmanın en kolay yolu ise burada uyuyan mezhep fitnesini körüklemektir. Bunu siz, biz görüyoruz da; küresel güçlere akıl veren think-tank ve strateji kuruluşları görmüyor mu?
Elbette bunu biliyor ve bu hususta çalışıyorlar.
İran’ın bölgede [teşeyyu’] dediğimiz Şiileştirme politikaları da, bölgedeki diğer güçleri rahatsız ediyor. Bilhassa Selefi ve Vahhabi güçler ile İhvancılar bu akıma karşı ellerinden geleni ortaya koymakta kararlılar.
Bunun için de dış güçlerin desteğiyle gereken her şey yapılıyor.
Gerek İran(Şia)-Rusya-Çin ekseni, gerekse Orta Doğu’daki Selefi-Vahhabi-İhvancı Müslümanların gücünü teşkil eden Arap-Avro-Amerikan ekseni kendi siyasetleri uğruna bölgeyi yakıp yıkmakta ve harap etmekte bir beis görmüyorlar.
Her şey dünyevi iktidar için yapılırken, İslam güneşi bu siyasete alet edilerek ne yazık ki feda ediliyor. Tek feda edilen İslam değil, bir yandan da hayat ve hakikat feda ediliyor…
Biz ne kadar ittihad-ı İslam’dan bahsedersek bahsedelim, bu fitnelerin tohumları aramıza saçıldıkça ve biz de “hamiyet-i diniye” adına bu fitneye sahip çıktıkça ittihad manası teşekkül etmeyecektir.
Evet ne acıdır ki, bazı fitnelere İslam adına sahip çıkılıyor ve yangına körükle gidiliyor. Üstelik bunu yaparken iyi niyetler, hamiyet ve hamaset öne çıkıyor. Bu sebeple de gün gibi aşikâr bazı şeyler görülmüyor, görülemiyor.
Yaşatmak ve insanca onur mücadelesi vermek saikiyle hareket edilip; kan, gözyaşı, kaos, anarşi, tecavüz ve onursuzluğun bin türlüsüne sebebiyet verildiği gibi…
Bu zamanın acayip bir özelliği olsa gerek…
Halbuki ittihad-ı İslam manasında, Müslümanların kendi aralarında bu şekilde cepheleşmesi asla ve asla yer bulamaz. Eğer Sünni ve Şia şeklinde veya herhangi bir anlamda Müslümanlar cepheleşecek ise buradan ne bir ittihad çıkar ne de İslam kardeşliği...
Halbuki Bediüzzaman, Alevilere ve ehl-i sünnete aralarındaki nizaı yani tartışmayı bitirmeleri çağrısında bulunuyor. Bunu yaparken de bilhassa Şia’dan siyaset manasını bırakıp, velayet manasına taraftar olmaları çağrısında bulunuyor. Yani Allah Rasulu’nun sünnetine çağırıyor… Bu çağrı iki taraflıdır. Şia’yı (din adına) siyasetten men ettiği gibi ehl-i sünneti de men ediyor. Her iki taraf da siyaset ve saltanat davasını bırakacak ki, iki tarafı birbirine bağlayan binlerce rabıta ortaya çıksın ve böylece Aleviler ve ehl-i sünnet birbiriyle anlaşsın ve tartışmalar bir son bularak, tam bir ittihad sağlansın.
İşte bu hakikatin anlaşılmasını ve tahakkuk etmesini ortak düşman olan küresel güçler istemez ve istemeyecektir. Bu sebeple de bu fitneyi aramızda daha da yaygınlaştırmak için ellerinden geleni yapacaklardır.
Bu günler bu fitnelerin ciddi anlamda artacağına dair işaretlerle dolu… Bu sebeple de uyanık olmalı ve ehl-i hak ve hakikat Müslümanlar olarak buna izin vermemeliyiz…