“Bu başlık da başlık mı yani” diyenler olabilir. Müslüman fitneci olamaz. Olamaz, çünkü fitne büyük günahtır.
Cenâb-ı Hak âyette; fitne fesat çıkarmanın adam öldürmekten daha şiddetlidir, buyurur. (Bakara; 217)
Toplumu birbirine düşüren, toplumun huzurunu kaçıran, toplumu birbirine düşman eden fitne, adam öldürmekten daha kötüdür.
Âyette Rabbimiz müşriklerin, mü’minleri imandan vazgeçirmeye, Kâbe’yi tavaf etmeye engel olmaya, mü’minleri yerinden-yurdundan çıkarmaya çalışmalarını fitne olarak göstermiştir. Ama fitnenin her türlüsü fitnedir.
Bugün, âlem-i İslâmın, Müslümanların içinde bulunduğu duruma baktığımızda maalesef, fitne, Müslümanlar arasında kol gezmiyor, tsunami felâketi olmuş.
En güvendiğimiz, ihlâslı bildiğimiz, önde görünen değerli zatlar bile bir tarafa durup, öbür tarafa nasihat ediyor, çeki düzen vermeye çalışıyor, ama kendi durduğu taraftaki büyük günahlara, fitnelere, aşağılamalara, haysiyet cellâtlarına dönüp ‘Ne oluyor yahu’ demiyor?
Onun için belâlardan başımız kurtulmuyor. Bu gidişle kurtulmaz da. Nasıl kurtulsun? Allah belâları ümmetlerin işledikleri günahlardan dolayı verdi. Günahlarımızda ayrıcalığımız mı var?
Bir yönüyle var. Ama ayrıcalığımız değil, ayrı bir durumumuz var. Onların işledikleri günahlar sınırlıydı.
Ama günümüzde farklı. Bir günah, bir kalmıyor. Yaygınlaşan iletişim araçlarıyla günahlar oluyor. Değerlendirenler sayısınca günah oluyor. Yani bir günah binler, yüz binler, milyonlar günah haline geliyor.
Televizyonlarda da aynı şekilde işlenen günah-ı kebair. İşleyene mahsus kalmıyor. Anında milyonlar günah haline geliyor.
Bu yüzden belâlar üzerimizden eksik olmuyor. İkaz-ı İlâhî arka arkaya geliyor.
Ama biz sebeplere bağlıyoruz. Kendimize dönüp bakmıyoruz. Ne kusur işledik acaba demiyoruz. Ehl-i dünya gibi şöyle olmasaydı, böyle yapmasaydı, şunlar eksik yapılmasaydı bunlar olmazdı, diyoruz. Bunların arkasında ki irade-i İlâhiyeyi görmüyoruz. Sanki irade-i İlâhiye devre dışı kalmış.
Dostların yüzünü güldüren, düşmanları hasetten çatlatan hizmetler gerçekleştiren iki güzide gurubun, iki topluluğun düştüğü durum Rabbimin en büyük cezası değil midir ?
Birbirlerinin şereflerini kırdılar.
Haysiyetlerini ayaklar altına aldılar.
Karşıdakini bitireceğiz derken yaptıkları işlerle, söyledikleri sözlerle kendilerine zarar verdiler.
Millet bu imkânları birbirinize düşmanlıkta kullanın diye vermedi.
Allah takdir ettiği bu imkânları, birbirinizi harcayın, birbirinize kıyın, birbirinizi hançerleyin diye ikram etmedi.
Fazl-ı İlâhî bunlar için değildi.
Bu yol eğri, bu yol dallin yolu. Bu yol gayri-l mağdubilerin yolu.
Bu yol Kabil’lerin yolu.
Bu yol sırat-ı müstakim değil. Doğru yol değil.
Nebilerin, şehitlerin, salihlerin yolu değil.
Habillerin yolu değil.
Ümmet, ümmet diyoruz.
Ümmet şuurunun semtine uğramıyoruz. Kırıntısı yok.
Ümmetten anladığımız, benim gibi düşünenler, benim gibi yaşayanlar ümmet. Diğerleri hain. Diğerleri haçlı topluluğu. Diğerleri fitneci.
Ümmetçiliğin altına dinamitleri koyup patlatıyoruz. Ümmetin her bir parçası tuz-buz. Kolu-kanadı parça parça. Ümitler hak ile yeksan.
Allah inancı, Kâbe, Kur’ân, Peygamber ortak değerler olarak yetmiyor, kesmiyor kardeşlik için.
Sosyal olaylara bakışta, siyasî duruşta, hizmet tarzı da tek tip olsun. Benim düşündüğüm gibi olsun. Hizmetler benim istediğim gibi olsun.
Allah, Kâbe, Kur’ân, Peygamber gibi değerler ikinci planda.
Ümmetin iki büyük parçası, iki büyük topluluğu birbirini bitirme yarışındalar.
Birbirlerinin kuyusunu kazmakla meşguller.
Bu iş haklı-haksız olma durumundan çıktı. Çoktan çıktı. Bu ümmet arasında tam bir fitne oldu.
Her türlü kötülüğün, yanlışlığın Müslümanlarda olduğunu Müslüman gazetelerinden öğreniyoruz.
28 Şubat gazeteleri Müslümanlar hakkında, yani cemaatler, imam-hatipler, tarikatlar, Siyasal İslâmcılar hakkında bu günkü iki grubun gazetesi kadar haddi aşmışlar mıdır. Her gün kusur aramışlar mıdır. Bu kadar günah işlemişler midir? Bu kadar iftira atmışlar mıdır? Yazarları bu kadar seviyeyi düşürmüşler midir? Bilemiyorum.
Allah’ın verdiği bu imkânlar ellerinde iken, iradeleri ve imkânları varken, Kabillikten vazgeçip, Habilleşmeleri gerekir. Rıza-ı İlâhî Habil gibi olmaktan geçiyor. Hizmet Habil gibi olmakla mümkün.
Sözleri, fiilleri, gazeteleri, televizyonları Habilleşmeli. Habil olmalılar. Kabilin kırıntısına prim vermemelidirler.
Partinin ve hizmetin egosu terk edilmelidir.
Yoksa şu fani dünyada gök kubbede hoş seda değil, son zamanların fitnesiyle anılırlar.