Teğmen Mehmet Erol 1888 (R. 1304) Isparta’nın Keçiborlu Nahiyesi’nin Emirgiresun Karyesi’nde dünyaya gelir. 1954’te, 66 yaşındayken Hakk’ın rahmetine kavuşur.
Enver Paşa döneminde, Doğu Cephesi’nde teğmen rütbesiyle savaşmıştır. Osmanlı ordusunda savaşırken, tıpkı Bediüzzaman Hazretleri gibi, 1916 tarihlerinde Ruslara esir düşer. Uzun bir yolculuktan sonra Kostroma şehrine esârete gönderilir. Böylece uzun sürecek olan esâret hayatı başlamış olur. Teğmen Mehmet Erol, Bediüzzaman’ın bahsettiği Kostroma’daki doksan esir zabitten birisidir. Bediüzzaman bu doksan esir zabit meselesine şöyle temas eder: “Eski Harb-i Umûmî’de Rusya’nın şimalinde doksan zabitimiz ile beraber bir uzun koğuşta esir olarak bulunuyorduk.”1 Teğmen Mehmet Hulûsi Efendi’nin Rusya’dan kaçışı ve memleketine dönüşü on sene süren çok uzun bir zamanda ve çok zahmetlerle mümkün olur. Torunu Hüseyin Arabacı, dedesinin akıllara hayret veren hatıralarını Ömer Özcan’a anlatıyor. Hüseyin Arabacı’nın dedesinden duyup anlattığı bu hatıralar, Bediüzzaman’ın esâret hayatı ile alakalı bilgilere yenilerini ekliyor. Şimdi Hüseyin Arabacı’nın dedesinden duyduğu hatıraları takip edelim: “Ben, dedem Mehmet Hulusi Erol’u, ilkokul üçüncü, dördüncü sınıflarda okurken hatırlarım. Dedemi babam da çok anlatırdı bana. İhtiyarlar, dedemin yanına gelir, Rus esareti ve Doğu Cephesi harplerinden konuştururlardı. O zaman ben küçüktüm, ama onların yanında oturur anlattıklarını dinlerdim. Amiri, memuru, âlimi bize gelip dedemi dinlemek isterlerdi. Babam derdi ki: “Babam kahvede bir oturdu mu, anlatmaya başlayınca, üç saat kimse çıt çıkarmadan dinlerdi.” Ben, dedemden ve babamdan dinlediklerimi, zihnime, hafızama kazınmış olanları size anlatıyorum. Düzenli olmasa da belki tarihî bir değer taşıyabilir.
Esaret ile alakalı hatıralar
İlk esir düştüklerinde, teğmen olduğu için dedemin boynunda dürbün varmış. Daha dürbünü çıkaramadan, bunları sıraya dizmişler. Bir Rus subayı gelmiş ve “Daha bu boynunda duruyor mu?” diye hızla çekmiş. O zaman dürbünün kayışı dedemin boynunu kesmiş, yarmış. Dedem can havliyle çıkarıp atmış dürbünü. Üstad Hazretleri’nin, “Doksan zabitle esir bulunduk” dediği mevzu vardır ya... İşte onlardan birisi de dedemmiş. Üstad orada onlara ders verirmiş. Bir gün, bizim namaz tesbihatında okuduğumuz salâvat-ı şerifeleri yazdırmış ve “Eğer siz bunu okursanız, devam ederseniz, burnunuz kanamadan memlekete dönersiniz” demiş. Bu duaları artık dedem kendisi mi yazdı, Üstad mı yazdı, yoksa başkası mı yazdı onu bilmiyorum. Babam tam okuyamazdı; ama “İşte dedenin okuduğu dualar” diye bana gösterirdi. O duaların aslı bende duruyor. Dedem o yazıyı Kur’ân’ın içine koyarak saklamış. Rusya’daki esareti anındaki Üstad’la olan münasebetlerini ve orada Üstad’ın durumunu ben bilemiyorum.
Çileli kaçış
Dedemler tıpkı Üstad gibi, Rusya’da 1917’de çıkan komünist ihlali karışıklarından istifade ile kaçmışlar. Fakat hemen memlekete gelememişler. Toplam 10 sene gibi uzun bir esaret ve firar dönemi yaşamışlar. Hâlbuki kitaplarından okuduğumuza göre Üstad Hazretleri’nin firarı çok daha kolay olmuş. Dedem, arkadaşlarıyla beraber Rusya’dan kaçarken, köylerde kasabalarda durarak, oralarda bir müddet kalıp çalışarak, hizmetkârlık yaparak firar etmişler.”2
Dipnotlar:
1- Şualar, 2013, s.518., 2- Kaynak: bk. Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor-IV