Birbirimizi anlamak iyidir. Anlaşmamızı sağlar. Bazen de anlaşamamamızı sağlar. Ama birbirimizi anlamak yine de iyidir. Zira neden anlaşamadığımızı anlamamızı da temin eder.
İşte bir örnek: Süleyman Karagülle’yi bilirsiniz.
Kendi ifadesiyle Millî Görüş’ün fikir mimarıdır. Erbakan’ın dâvâ arkadaşıdır. Akevler ekolünün kurucusudur. AKP’nin akıl hocalarındandır.
Yeni Akit’de geçen gün şöyle yazdı:
“Mustafa Kemal, Türk ulusunu tanımlarken dört temel kural koymuş, Lozan Anlaşması’nı buna göre yapmış, sonra da devleti oluştururken hep bu dört ilkeye dayanmıştır.
“1) Anadolu ve Trakya devleti. Ulusun yurdu burasıdır. ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesini benimseyeceğiz. Türkiye’de yaşayan Türk ulusundandır.
“2) Mustafa Kemal’e göre ikinci unsur da Türkçe konuşmaktır. Devlet dili Türkçe’dir…
“3) Mustafa Kemal’in ulus kavramında dayandığı üçüncü ilke ise Türk olma şuurudur. Türküm demek gerekir. Babasının Türk olması gerekmez. Hangi ulustanım dersen o ulustan olursun. Bunun için ‘Ne mutlu Türk olana’ denmemiş, ‘Ne mutlu Türküm diyene’ denmiştir.
4) Mustafa Kemal’in dayandığı dördüncü ilke de Müslüman olmadır. Din olarak İslâmiyet’i kabul etmiş olmak gerekir. Gerçi Lozan’da gizli anlaşma yapanların verdiği söze göre Türkiye’de dinsizleştirme olacaktı. Ama o bunu takiyye olarak yapmış, daima Türkiye’yi bir İslâm devleti ve hattâ Hanefi mezhebi mensubu yapmıştır.
Bunun için: “a) Lozan’da bir Türk olarak değil, bir Müslüman olarak masaya oturdu, karşısında Türk olmayanlar değil, Müslüman olmayanlar vardı. Kimliğini İslâmiyet’in mümessili olarak ortaya koydu, hattâ bunu kimse ile paylaşmadı, Osmanlı halifesi ile bile paylaşmadı, tüm İslâm âlemini ben temsil ederim, dedi.
“b) Türkiye’ye hicret eden bütün Müslümanları Türk diye kabul etti. Türkiye’ye hicret edenlerin çoğu Türkçe’yi Türkiye’de öğrendi. Buna karşılık Müslüman olmayan Türkleri de “mübadele” ile Türkiye’den uzaklaştırdı. Böylece Türkiye’yi Müslümanların ülkesi hâline getirdi, 1071’de Malazgirt’te Alpaslan’ın başladığı işi 1924 yılında tamamladı.
“c) Türkiye’de medreseleri ve tarikatları kapattı, ama camilerde beş vakit namazın kılınmasına dokunmadı. Kur’ân dersleri sürdürüldü. Böylece Türkiye’nin İslâm hüviyeti korundu.
“d) En faziletli ve bilgili din âlimlerinin İslâmiyet’i Türkçe olarak ele almasına imkân verdi, tercüme ve telif furyasına girişildi. Bediüzzaman’ın Risale dersleri de bu hareketin devamı olmuştur.
“İşte, Cumhuriyet devletinin DNA’ları bunlardır. Türkiye Cumhuriyeti devlet olarak var olduğu müddetçe bu yapı değişmez. Bizim devlet inkılâpları dediklerimiz bunlardır, ama bunlar bir kişinin değil, devletin inkılâplarıdır.”
Tamam, birbirimizi anladık.
Anlaşamayacağımızı da anladık.
Ama o cümle var ya o cümle: “Bediüzzaman’ın Risale dersleri de bu hareketin devamı olmuştur” cümlesi.
İşte o cümle bir …
Gerisini lütfen siz doldurunuz!