Dünyaya gönderilişimizin, “Hılkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır (Allah’a imandır). Ve insaniyetin en âli (yüksek) mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır.” (Asay-ı Musa, s. 217)
Bediüzzaman, Cenâb-ı Hakk’ı tanımaya ve hakkıyla sevmeye, yani “ma’rifetullah ve muhabbetullah”a ulaştıran pek çok “tarîk”lerden (yollardan) bahseder. Ki, Ona göre bütün “hak tarîk”ler Kur’ân’dan alınmıştır. Aralarındaki fark ise, bir kısmı diğerlerine nazaran “daha kısa”, “daha selâmetli” ve “daha umumiyetli” olmasıdır. (Sözler, s. 438) “Kemâlât arşı” (kâmillik, olgunluk, mükemmel insanlığın yeri) olarak vasıflandırılan Cenâb-ı Hakk’ı tanıma yolları ise, dört temel esasa dayanır.
Bunlardan birisi; “Tasfiye ve işrak” üzerine kurulu olan tasavvuf tarîkı/yoludur. Tasavvufun tasfiye (eğitim) ve işrak (bilgi, aydınlanma) boyutu olmak üzere iki mertebesi vardır. Eğitim boyutu tarikat, manevî makamlar, seyr u sülûk ve âdâb gibi mevzuları ihtiva eder. Amelî boyutta zühdün gerektirdiği ibadet, nefsanî ve dünyevî isteklerden arınma, riyazet ve her çeşit mücahede ile Allah’a yönelmektir. Mücahededen sonra müşahede safhası gelir. Bu ikinci boyutta, zühdün ortaya çıkardığı haller, nefsin tasfiyesinden sonra doğan vecd, zevk ve marifetler inkişaf eder. Diğer yol ise, “Belâgat” ve “cezalet” cihetiyle en parlak, istikamet cihetiyle en kısa, anlaşılabilirlik ve genele hitap etmek cihetiyle en geniş bir yol olan “mî’rac-ı Kur’ân”dır. (Mesnevî-i Nuriye, s. 213) Zahirden hakikate geçmek iki yol ile olabilmektedir. Birincisi, “seyr u sülûk” denilen tarikat berzahındaki birçok mertebeleri çıkmak ile hakikate ulaşmaktır. İkincisi ise, doğrudan doğruya hakikatin cazibesine kapılıp, tarikat berzahına girmeden, lutf-u İlâhî ile hakikate geçmektir. (Mektubat, s. 340)
Sahabe ve Tabiînin önderliğindeki bu ikinci yüksek ve kısa “mî’rac-ı Kur’ân” yolu, Kur’ân hakikatlerinin “kâfî bir mürşid” olması sırrını taşır. Onlar, Kur’ân’dan bütün lâtifelerinin ve duygularının hisselerini aldılar. Özetle, kötülükleri emreden nefs-i emmareyi öldüren ehl-i velâyetin aksine, onu “tezkiye ve tathir” ile temizlemiş; kötülüklerden arınmış nefsin mahiyetindeki birçok cihazlarla ubudiyetin her çeşidini, şükür ve hamdin her türlüsünü azamî derecede yapmışlar ve yaşamışlardır. (Sözler, s. 454)
Risale-i Nur, ruh ve duyguları “tasvfiye” ile “temizleyen” Asr-ı Saadet metodunu günümüze taşımıştır.