İslâm âlemi ve Türkiye’nin cedelleştiği en önemli mesele, çözüm bekleyen en mühim problem “hürriyeti” anlamama, hazmedememe ve “İslamiyet demokrasi ile bağdaşır mı? (Halbuki, demokrasi İslamiyetle ne kadar bağdaşır?” diye sormalı!) Meşrutiyet/demokrasi, Şeriata aykırı ve küfür rejimi midir? 1800’lü yıllardan sonra çok farklı cumhuriyet, demokrasi ve laiklik uygulamaları olmuştur. Bu mefhumların İslamiyet ve Asr-ı Saadetteki yerleri nedir?”
Bediüzzaman, “imân, ibadet, ahlâk, ukubat” meselelerini olduğu gibi, Kur’an ve Sünnet-i Seniyye’nin bu zamandaki içtimai, siyasi ölçüleri de izah ve ispat ederek ortaya koymuştur. Başta Münazarat olmak üzere, Hutbe-i Şamiye, Divan-ı Harb-i Örfi, Sünühat, Emirdağ, Kastamonu lahikaları (Beyanat ve Tenvirler), Şualar, hatta Mektubat isimli eserinde teferruatlı olarak ele almış ve çözmüştür.
“Suâl: ‘Bâzı adam, (meşrutiyet/demokrasi) ’Şeriata muhâliftir’ (aykırıdır) diyor?”
“Cevap: Rûh-u meşrutiyet, şeriattandır; hayatı da ondandır. Fakat ilcâ-i zarûretle teferruat olabilir, muvakkaten muhâlif düşsün (zaruretin zorlaması ile teferruatta geçici olarak şeriata muhalif, aykırı düştüğü durumlar vardır) Hem de, her ne hâl ki, meşrûtiyet zamanında vücuda gelir! Meşrûtiyetten neş’et etmesi (ileri gelmesi, doğması) lâzım gelmez.” (Münâzârât, s. 38.)
“Asıl, Şeriatın meslek-i hakîkisi, hakikat-ı Meşrutiyet-i meşruadır (Dine, şeriata uygun meşrutiyetir). Demek Meşrutiyeti, delâil-i şer’iye ile (Şeriata ait deliller; Kur’ân, Sünnet, İcmâ ve Kıyas delilleriyle) kabul ettim. (kitaptaki haşiye: O zaman Meşrutiyet; şimdi o kelime yerine Cumhuriyet konulmuş).” (Divan-ı Harb-i Örfî, Enstitü/internet, s. 22.) Ki, ona göre, “hürriyet, meşrutiyet/demokrasi, cumhuriyet” aynı anlamdadır ve biribirinin aşama ve mütemmimidirler.
“Cumhuriyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.” (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 65.) Ve mahkeme safahatında Asr-ı Saadetteki uygulamasını anlatır: “Sonra dediler: ‘Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun.” (Selef-i Salihîn, İslâmî bir terim olarak ilim ve yaşayış bakımından önderolan sahâbe ve tâbi’îni de içine alan ilk dönem âlimleri ifade eder.)
“Cevaben diyordum: ‘Hulefâ-i Râşidîn; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.” (Şualar, s. 317.)