Arkadaş! Nefis, tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden, tesettür etmek istiyor.
Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temennî eder.
Kudret-i ezeliye tarafından memur edilen baûda, yani sivrisineğin Nemrud’a olan galebesi; ve bir çekirdeğin Fâlıku’l-Habbi ve’n-Nevâ tarafından verilen izin ve kuvvete binâen koca bir ağacın cihazatını, malzemesini tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikati tenvir eden birer hakikattir.22
Her, şey nefsinde mânâ-i ismiyle fânîdir, mefkuttur, hâdistir, mâdumdur; fakat mânâ-i harfiyle ve Sâni-i ZülcelÂlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık îtibârıyla Şâhittir, meşhûddur, vâciddir, mevcuddur.23
● Kelime dağarcığımızı zenginleştirmeye yönelik üslûp devam ettirilir: Hem denizle beraber Şark, Garp, Şimal, Cenup, bu yüzdeki ve Yeni Dünya yüzündeki malûm yedi kıtası, hem “dört unsur” denilen su, hava, nar, toprak (türab) ile beraber, “mevâlid-i selâse” denilen maâdin, nebâtat ve hayvânâtın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri...
Yönlerden “Şark veya Garb”ı biliriz. Buna diğer ikisini de ilâve ederek, Arapçalarının yanında, “su, hava, toprak” kelimelerini ekler; ortasına “nar” yerleştirir ve onun ateş olduğunu anlamamızı sağlar.
Ve “toprak”ın karşılığını parantez içinde (türab) olarak verir ki, “Ayağının türabı, tozu olayım!” deyiminden de zaten ona aşinayız…
● Dünyamızın geniş meydanlarını ve âlemlerini ve mağaralarını boş ve hâli bırakmaz.24 Yine, “hâli/boş” kelimesi burada da karşımıza çıkmıştır...
● Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve Kur’ânî semâdan ve âyetlerinin nücûmundan, yıldızlarından iniyor, nüzûl ediyor.25
“Nücûmun” yıldız, “nüzûl”ün inmek, demek olduğu artık izâhtan varestedir...
● “Vesveseden korksan ağırlaşır, hasta eder; havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır.26
İşte bu cümlede de Kur’ân’da geçen “havfun” kelimesinin “korku” anlamında olduğunu; “korksan ve havf etmezsen” düzeniyle açıklamıştır.
● “Bu gibi meselelerde ipham daha mühimdir ve icmal daha cemil ve güzeldir.”27 “Cemil” güzel demek olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Zaten “cemil” anlamazsak da, mânâ tamamlanmaktadır.
● Şu selâsete/akıcılığa, zenginliğe ve açıklamalara bakınız: Bil ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ifadesinde çok şefkat ve merhamet var. Çünkü, muhatapların ekserîsi, cumhur-u avamdır. Onların zihinleri basittir. Nazarları dahi dakik şeyleri görmediğinden, onların besâtet-i efkârını okşamak için, tekrarla, semâvat ve arzın yüzlerine yazılan âyetleri tekrar ediyor, o büyük harfleri kolaylıkla okutturuyor.
Dipnotlar:
22-Mesnevi-i Nuriye, s. 70.; 23-Mektubat, s. 444.; 24-Lem’alar, s. 69; 25-Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, s. 79; 26-Sözler, s. 248; 27-Mesnevi-i Nuriye, s. 196;