Onu, görev yaptığı kamyonun şoför mahallinde görmüştüm. Başı önde, şahadet parmağı kitabın üstünde…
Parmağı bir sağa, bir sola gidip geliyordu, durmadan. Parmağının hareketine eş zamanlı olarak da dilinden “sad”, “dad” sesleri dökülüyordu, o an.
“Elifbâ” çalışıyordu. İlim tahsil etmenin makamı, mekânı; yaşı başı, zamanı olmaz ya!
Görünen hâl o ki, o da öyle yapıyordu.
Çok arzu ediyordu, beni götürmeyi ve bana; “Seni memleketime götüreceğim. Çok seveceksin. Evimizin arkasında ormanımız bile var” diyor ve “Bir gün mutlaka” diye ahd ediyor, arzusunu pekiştiriyordu.
Samimî insan, can dostum; çoğu zaman âfet bölgelerine beraber gittiğim yol, şantiyelerde tuz ekmek paylaştığım gurbet arkadaşım.
Ve aynı zamanda, Nûr’un Ankara’daki tarihî medresesi olan “Yirmi Yedi”nin hafta sonu cemaatinden biriydi, Abdullah.
Soğuk bir kış günü…
İçinde barındığımız gecekondu evlere kış erken geliyordu; yeterince göğüs geremediği, soğuğa yenik düştüğü için.
Aylar öncesinden parası ödenen kömür için, Kömür İşletmesince teslimat tarihi veriliyor; o gün, kömür deposuna, neredeyse gece yarısı gidilip orada bulunan kamyonların taşıma ücretini de vezneye ödedikten sonra ve sıra gelince, kömür kamyona yükleniyor, eve götürülüyordu.
Kok kömürü ise, herkese verilmiyor; onu ancak, “karne”si olan memurîn tabakasından olan kalburüstü kimseler alabiliyordu.
İşte, bu şartları bilen arkadaşım, bizim evde kömürün tükendiğini yahut henüz alamadığımı fark etmiş.
Hanımıyla birlikte, birer torba linyit kömürünü sırtlanarak kapımızı çaldıkları o ânı, hiç, unutmam mümkün mü?
Bir gün, “Abdullah Lâdik’e gidiyormuş” dediler. Hemen koştum yanına, çıktım yola, onunla.
Akşam vakti, vardık onun yurduna. Herkes geldi, görmeye.
Ne çok seveni varmış meğer… Ben de vardım, can dostumun yanında.
Yol boyu susan dili, bir türlü açılmadı. Gümüş dişin göründüğü gülücük, hiç, saçılmadı.
Bir “Hoş geldin” bile demedi, bana. Alınmadım, ama üzüldüm.
Sığışmıştı sağı, solu daracık bir mekâna. Gözlerini yumarak vedâ etmiş, cihana.
“Bir gün mutlaka” demişti ya! Abdullah’a takılıp gelmiştim, onun sılasına.
Ne var ki bizler yerde, onun ruhu göklerdeydi, ebedî. O, Rabbinin; biz de, onun dâvetine icabet etmiştik, böylece.
Evet, bir gün mutlaka… “Her canlı ölümü tadacaktır” diyor ve öyle takdir ediyor ya, Yüce Mevlâ’mız…
O da tatmıştı, bu tadı; beklemeden, tez elden.
Çünkü kader, kayıt konmuş, ezelden.