Huzurevi denen yerler, naçar kalan insanların sığındığı mekânlar.
Kimi, kimsesizlikten; kimi de ilgisizlikten dolayı mecbur olup yerleştiği bu yerler, ismi gibi huzurlu mu acaba?
Buralarda yaşayıp da hâlinden memnun olan yok değil. En azından, bayramlarda tutulan mikrofonlara söylenenler, kameraya yansıyanlar bu yönde. Zoraki tebessüm edasıyla olsa bile…
Dilin söylediğini, gönül tasdik ediyor mu bilinmez.
Kimsesi olmayan, çaresi kalmayan insanlar için barınak; hiç değilse, son deminde durulacak bir durak olmaktadır huzurevleri.
Gel gelelim, bu insanlar ne duygular içinde?
Buralara, “huzursuzluk yeri” diyenler de oluyor.
İnternet haber sitelerinin birinde, Alzheimer hastası yaşlı bir amcanın üzerine hortumla buz gibi soğuk su tutularak yıkandığını gördüm. Bu biçare insanların, araba yıkar gibi fırçayla yıkandığı, haber konusu olmuştu, bir başka zaman.
Elbette ki hepsi böyle değildir. Bu cümleden olarak, ciddiyetli kurumlar, bahsimizin dışında.
Evin, hele sıcacık yuvanın yerini tutar mı? “huzurevi” denen bu umumî mekânlar? Çünkü hizmet eden hademenin çehresindeki çizgiler bile yeter üzülmek için.
Evi barkı, evlâd-ı iyali olduğu hâlde oralarda olmak, nasıl izah edilir? Hangi vicdan işidir?
Öylelerinden söz ediliyor ki; kendisine hayatını adayan yaşlılarına evinin bir köşesini, bir döşeğini çok görerek, -güya- “daha huzurlu olursun” yalanıyla huzurunu selb etmişler.
Götürüp, oralara bırakıyor; bir daha bıraktığı insanının yanına uğramıyormuş, -sözüm ona- bazı evlâtlar.
Cenab-ı Hak; “Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın ‘Öf’ bile deme”1 buyurmuyor mu?
Heyhât!..
Uzun yıllar huzur evinde yaşayan bir annenin, oğluna yazdığı ve hicranını dışa vuran mektubundan birkaç cümle:
“Buz gibi odalarla dolu kocaman binalar diktiler ülkeme. İçine ömürlerinin son demlerinde olan anneleri, babaları doldurdular. Adına da ‘huzurevi’ dediler. Oysa huzur hiç uğramadı oraya.
“Eskiden yaşlılarımızı kapatmazdık başka yerlere. Onların yüzü suyu hürmetine belâlar def olur der, onları nimet bilirdik.
“Boyunları bükük bırakmazdık.
“Beni buraya bıraktığın gün, Anneler Günü’ydü hatırlıyor musun? O günden beri Anneler Günü denen gün, benim için daha da bir anlamsızlaştı.
“Sana, sık sık uğra demiştim. Tam sekiz ay oldu, uğramadın yanıma.”
Oralarda, terk edilmişlik duygusuyla baş başa, yapayalnız yaşayan insanlar olduğu gibi; dünyasına kahredip, bir kenarda yapayalnız ölenler de olurmuş.
Peygamber Efendimiz (asm): “Dilediğini yap; mutlaka karşılığını görürsün” 2 buyurmaktadır.
“Men dakka dukka!”
Eden bulur.
Dipnotlar:
1- İsrâ Sûresi, 23. 2- Mecmau’z-Zevaid, 10: 219.