"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir meşrûtiyet açılımı: Münâzarât (2)

Atilla YILMAZ
13 Temmuz 2021, Salı
“İki inkılâp beni iki telif-i müşevveşe mecbur etti’’ 1 derken; Bediüzzaman’ın ‘İki inkılâptan ve iki eserden’ maksadı nedir?

Osmanlı Devleti’nde iki büyük inkılâp, iki büyük yenilik ve değişim olmuştur. Bu iki büyük inkılâptan birisi; 1908 II. Meşrûtiyetin ilânıdır. Bir diğeri ise; 31 Mart olayından sonra hareket ordusu marifetiyle İttihat Terakki Partisi’nin vücuda getirdiği ve uygulamaya koyduğu adı Meşrûtiyet olan, ama aslında şiddetli istibdat olan yeni ve farklı bir yönetim tarzıdır.

31 Mart öncesi ve 31 Mart sonrası diye ifade edebileceğimiz bu iki değişim ve yenilik; Bediüzzaman’a iki eser telif ettirmiştir. Bu eserlerden birisi; Meşrûtiyetin ilânıyla birlikte Bediüzzaman’ın Meşrûtiyet anlayışını ve Meşrûtiyetten ne anladığını ortaya koyan ‘Nutuk’ isimli eseridir. Bu eserlerden bir diğeri de 31 Mart olayı sonrası ortaya koyduğu; ‘Divan-ı Harb-i Örfi’ isimli eseridir. Bediüzzaman bu iki eseri yazmaya niçin mecbur kalmıştır? Ve bu iki eser için niye ‘müşevveş’ tabirini kullanmaktadır.

Bu ne demektir?

Meşrûtiyet kavramı Osmanlı toplumuna yabancı bir kavramdır. Osmanlı milletinin ilk defa karşılaştığı ve geleneksel İslâm anlayışından dolayı da antipati ile baktığı bir kavramdır Meşrûtiyet.

‘Kur’ân varken anayasaya ne ihtiyaç var?’ diyen bir toplumda Kanun-u Esasî’nin hoş görü ile karşılanması; tek adamlılıkla, padişahlıkla yönetilen bir toplumda; halkın reyleriyle iş başına gelerek, seçilerek, intihap edilerek ülke ve tebanın yönetilmesinin kabul görmesi kolay hazmedilecek şeylerden değildir.

Bu sebeple Bediüzzaman’ın temel argümanı olan Şeriat kavramının, Meşrûtiyet yönetimine ve Kanun-u Esasiye aykırı olmadığını, hatta meşrûtiyetin şeriata kuvvet veren bir anlayış olduğunun, izahının yapılması gerekiyordu. Bu da elbette sözlü geleneğin yanında yazılı eserler yoluyla olacaktı.

Bir nev’î şöyle dememiz mümkün: Şahsî ve sosyal alanlarda nerede bir problem varsa; Bediüzzaman o noktalarda çözüm üreten ve eser veren bir kişiliktir. İşler yolunda gitmiş olsaydı. Meşrûtiyeti öngörüsüz ve problemsiz bir kabulleniş söz konusu olsaydı; Bediüzzaman belki de bu eseri yazmaya ihtiyaç duymayacaktı.

Yapılan bir işin müşevveş olması neyin işaretidir?

Bediüzzaman gibi bir deha neden müşevveş bir eser ortaya koysun ki? Veya eseri böyle nitelemesinin (müşevveş) gerekçesi ne olabilir ki?

Birinci Cihan Harbi’nde, düşman hattında, avcı taburu önünde, at sırtında her an düşman güllelerine hedef olabilecek bir pozisyonda iken bile, en muhteşem bir Kur’ân tefsiri sayılan ‘İşaratul İ’cazı’ vücuda getiren Bediüzzaman’ın eserinde elbette ki müşevveşlik söz konusu olamaz.

Bu tabir hem bir mütevaziliğin, hem de eserin başında bahsini ettiği hata sevap olayının okuyucu tarafından tartılarak değerlendirebileceği anlamını yüklemek için kullanılmıştır.

Bediüzzaman’ın iki inkılâptan kast ettiği birinci inkılâp; Bediüzzaman’ın ‘inkılab-ı mes’ud’ dediği monarşiden meşrûtiyete geçiş olan 23 Temmuz 1908’de ilân edilen II. Meşrûtiyet’tir. İkinci inkılâp ise; yine kendi tabiriyle, ‘inkılâb-ı meş’um’ dediği 31 Mart hadisesinden sonra İttihat Terakki vasıtasıyla Osmanlı memleketinin yeni yönetim şekline dönüşen, şiddetli istibdatla yönetilmeye başlanması olayıdır.

Birinci inkılâbın eseri; ‘Bediüzzaman-ı Kürdî’nin Nutukları’ isimli 7 makale ve 29 sahifeden oluşan; İkbal-ı Millet matbaasında 1908 yılında basılan, Ahmet Ramiz’in sahibi olduğu Kütüphane-i İçtihat Yayınevi’nin çıkarmış olduğu eseridir.

Diğer eseri ise; ‘İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnamesi veya Divan-ı Harb-i Örfi’dir. Bediüzzaman, özelde Osmanlı milletinin, genelde İslâm âleminin içtimaî hayatını, dinî normlara göre düzene koyabilmek adına, iki uzun ve yorucu yolculuğa çıkmıştır.

İki yolculuğun birisi; İstanbul’dan; İslâm’ın üç ana unsurundan birini teşkil eden Kürt nüfusun, yoğunlukla yaşamış olduğu Şarki Anadolu’ya yapmıştır. Bir diğerini de yine İslâm dininin doğuşunda ve yayılmasında muhteşem fütuhatlara imza atan Arap kavminin, önemli hayat merkezlerinden birisi olan Şam’a yaptığı yolculuktur.

Bediüzzaman’ın birinci yolculuğundan ‘Münâzarât’ eseri vücut bulmuş; ikinci yolculuğundan ise; ‘Hutbe-i Şamiye’ adını verdiği eser ortaya çıkmıştır. 

Bediüzzaman bu iki eserin tanımını şöyle yapmaktadır: Bu eserlerden her birisi, hangisi olursa olsun; hem Kürtlere, hem Türklere, hem de Araplara hitap etmektedir. Bediüzzaman’ın bahsini ettiği bu üç kavim ve bu üç unsurun ana özelliği İslâm oluşlarıdır. Bediüzaman’ın bu iki eseri de, bu üç ana unsurun; Sosyal ve içtimaî hayatını tesis etmekte ve düzenlemektedir.

Bu üç kavmin içtimaî yapısı, ortak ideal olan, İslâm’a göre şekillendiğinde ortaya muazzam bir durum çıkacaktır. O da ‘İttihad-ı İslâm’dır.

Bunların libasları, giysileri, maddî şekillerinin farklı olmasının bir önemi yoktur. Mizacları, fıtratları, tabiatları farklı farklı olan bu üç kavme de hitap eden; onlara yeni bir medeniyet inşası iddiasında olan bu eserlerde dil kuralları ve gramer özelliklerindeki intizamı aramak doğru değildir. Daha doğrusu bunların dil kalıbında dizayn edilmeleri için edilen çabada, kurallı cümle, tümleç, nesne, yüklem, özne aramaya gerek yoktur. Bu eserleri gramer, nahiv sarf, bilgileriyle ölçmeyiniz. Maddî kılıfa değil, zarfa değil; ihtiva ettiği manaya dikkat ediniz. diyen Said Nursî; bu eserleriyle İslâm toplumunda alışılagelmiş ezberleri bozacaktır ve bu eserlerine rağbet gösterilmesini arzu etmektedir.

‘Varlığımızın bekası yoktur, ama yazdıklarımız bizden bir nakış, bir iz olarak beka bulacaktır; yazmaktaki maksadım da budur’ diyen Bediüzzaman; hüzünlü ve ümitsizliğe düçar olmuş coğrafyaları, ihtizaza getirmek, ayağa kaldırmak için, mahcubiyetten kurtulmak adına; İslâm topraklarına örnek olacak bir eser, bir kurtuluş reçetesi vücuda getirmek adına, bu eserleri kaleme almaya cesaret etmiştir.

Bediüzzaman, büyük bir cesaretle bin yıldan fazladır rahnelenen, yıpranan, sıvaları dökülmüş şirazesi şaşmış olan İslâm sarayını tamire çalışmaktadır.

Bu tamirat işi kolay olmayacaktır. Bediüzzaman bunun farkındadır. Zira toplum alışılagelmiş ananelerinden kolay kolay vazgeçmeyecektir. Belki de Bediüzzaman, bu fikirlerinden dolayı toplumda hor görülecektir, dışlanacaktır.

Ama Bediüzzaman’ın bu eserleri başarılı olursa; İslâm camiası yeniden büyük bir ‘İslâm Medeniyeti’nin ufkunu açacak ve yeniden İçtimaî alanda ‘büyük İslâm medeniyet’ini inşa edecektir. Münâzarât isimli bu eserinin giriş kısmında Bediüzzaman, kendisini nasıl tanımlıyor haftaya ona bakalım inşallah.

Dipnot:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât-İfade-i Meram, YAN.

Okunma Sayısı: 1777
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • ali yeşilkaya

    14.7.2021 15:29:02

    fakat iki rıhletin neticesi olan eserlerden birisi hutbe-i şamiye değil muhakemat olabilir.zira 'sabian:şu saykal-ı islamiyet ve ekrad reçetesi olan iki eser tabiri' münazarat ve muhakematın kastedildiğine işaret ediyor.hutbe-i şamiye kastedilseydi hazreti üstad 'devaül yeis' tabirini kullanırdı. fakat neticede her üç eser de 1911-12 yıllarında telif edildiğinden bu eserlerin üçüne de izafe etmek yanlış olmaz zannındayım. acizane, selamlar...

  • ali yeşilkaya

    14.7.2021 15:19:30

    acizane birkaç tesbit ve sorum var: nahit abinin yorumuna binaen:1. meşrutiyet olmamalı.zira iki telife mecbur etti demesiyle anlaşılıyor ki yaşamış ve onun üzerine telifte bulunmuş.1. meşrutiyet olmaması,atilla abinin yazdığı gibi anlaşılması kronolojik olarak daha doğru geliyor. ayrıca 'birinci eserimi ilham eden temmuz'un inkılab-ı mesudu' ifadesi ve sonrasında 'mart ve mayıs meş'um ve müthiş ihtilali' tabiri atilla abinin yorumunu daha akla yatkın gösteriyor.

  • Nahit Topaloğlu

    13.7.2021 12:25:25

    S.A. Atilla Yılmaz kardeşim, "Bu iki büyük inkılâptan birisi; 1908 II. Meşrûtiyetin ilânıdır. Bir diğeri ise; 31 Mart olayından sonra hareket ordusu marifetiyle İttihat Terakki Partisi’nin vücuda getirdiği ve uygulamaya koyduğu adı Meşrûtiyet olan, ama aslında şiddetli istibdat olan yeni ve farklı bir yönetim tarzıdır." demişsiiniz. Bu iki inkılaptan biri 2. Meşrutiyet ise, diğeri niçin 1. Meşrutiyet olmasın? İlki 1. Meşrutiyet, diğeri ise 2. Meşrutiyet, diye düşünmek hata mıdır? Bâki selamlarımla. Fî emânillah!

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı