1967 sonbaharında ilköğretmen okulunda talebeydik.
Adada yaşayanların büyük çoğunluğu Rum’du. İşyeri tabelalarında Türk ismine rastlamak çok nadirdi. Hepimizin bildiği iki kişiyi hatırlıyorum. Cumartesi öğleden sonra ve Pazar günleri ancak şehre çıkabiliyorduk. Tek eğlence yerimiz Sinemacı Namık’ın sinemasında Türk filmleri izlemekti. Kahraman, gözükara bir denizci Karadeniz’in dalgaları ile boğuşmuş, Gökçeada-Çanakkale arasında büyük yük teknesiyle ihtiyaçları taşıyıp adeta adadakilerin karnını doyuran Ali Dağlı’yı bilmeyen var mı? Çarşamba- Cumartesi günleri İstanbul- Gökçeada arasında sefer yapan iki vapur vardı. Onlar da liman olmadığından Kaleköy açıklarında demirler, küçük teknelerle yolcular taşınırdı.
İlginç değil mi? Gemi seferleri Çanakkale -Gökçeada arasında değildi. Çünkü İmroz’dan İstanbul’a gidip orada işyeri olan zengin Rum tüccarlar vardı. İlkokul ikinci sınıfa geçen Rum çocuklarından zeki ve başarılı olanlar kilise tarafından her türlü masrafı karşılanarak İstanbul- Heybeliada’da Özel Rum okullarında eğitim görürlerdi. İstanbul’daki Fener Rum Patriği Dimitrios bile İmroz Rum Kilisesinin eski başpapazı idi. Daha ilkokul çağında Yunan Megalo İdeosu (Büyük Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmak) çocuklara propaganda edilirdi. Onların zihninde İstanbul daima Kostantiniye, İzmir Simirna idi. İnanç ve âdetlerine o kadar bağlı idiler ki hiçbir kültürel faaliyet onları zerre miktar etkilemezdi.
Rumları kültürel yönden etkilemek ve en azından devlet ve milletimizin ortak değerlerine saygılı olmalarını sağlamak için okul müdürlerimiz Rum köylerinde birçok kültürel faaliyetler yaptırıyorlardı. Fakat nafile, gözleri bize karşı kapalı, kulakları sağırdı. Halbuki okulumuzun kantininde Nikola Gacuri’nin pasta ve keklerini yiyor, izne giderken ressam Yani İpsaros’tan hediyelik eşya alıyorduk. Belediye başkanımız bile İstavro İstavropalo idi.
Her ay bir sınıf gece düzenlerdi. Çoğu zaman bir tiyatro eseri bile sergilenir, bağlama takımı eşliğinde solo türkülerle Anadolu’nun hüzün ve sevincini hep birlikte yaşardık. Bu sınıf geceleri için Rum Ailelerine özel davetler edilirdi. Hatta karışık çerezler, gazete kağıdından yaptığımız külahlara doldurulur girişte ikram edilirdi. Bütün bunlara rağmen bir tek Rum ailenin Belediye Başkanı da dahil bu gecelerimize katıldığını hiç hatırlamıyorum. Fakat kilisedeki Pazar ayinlerine, isim günlerinde aynı ismi taşıyanların törenlerine eksiksiz dahil olurlardı. Kendi aralarında asla Türkçe konuşmazlardı.
Bir seferinde bütün okul olarak bir program düzenlenmişti. O zaman en büyük köy olan Zeytinliköy meydanında büyük bir platform kurulmuştu. Akşam bağlamalar çalacak türküler söylenecekti. Bir saat öncesinden davul zurna çalınacaktı. Anadolu’da hangi köye gitsek, davul zurna çalmaya başlasak en azından köyün çocukları toplanmazlar mı? Adeta sesimiz kısılır, ayakta dikilmekten ayaklarımızın altı patlardı. Fakat bir tek pencere açılıp bakan bir çift göze rastlamadık. Kendimiz çaldık, kendimiz oynadık. Halbuki şimdi bile adaya gezmeğe gitseniz Zeytinliköy’de “Madamın Kahvesine” uğramadan dönmezsiniz. Rum pastanelerinden bademli kurabiye almadan döneniniz oldu mu?