Bazıları istemese de, Türkiye’nin huzura kavuşması için adaletin tam olarak tesis edilmesi icap ettiğini hadiseler hatırlatıyor. Hakkı, hukuk ve adaleti devre dışı bırakarak bir süreliğine yol almak mümkün olsa da, hem alınan o yol millet menfaatine olmaz hem de o ‘adaletsiz yol’ mutlaka tıkanır.
Türkiye’yi idare edenler bir süreden beri “Adalet olmasa da olur” şeklinde yorumlanacak hal ve tavırlar ortaya koyuyorlar. Ya da “Bize muhalefet etmeyenlere adalet, muhaliflere adaletsizlik” icraatlarını sergiliyorlardı. Şöyle ki, adaletin en birinci kaidelerinde olan “Birinin hatasıyla başkası sorumlu tutulamaz” prensibini adeta yok sayıyorlardı. Kabahatli gördükleri birisinin kardeşi ya da yakınları da onlar nezdinde ‘suçlu’ oluyordu. Peki, böyle bir icraatın âdil olması mümkün olabilir mi?
Ya da çok Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının ülkemizi bağlayıp bağlamadığı tartışmasını hatırlayalım. Hukukçular bir yana bırakılsa bile, siyasetçileri dinleyen herkes bunu yüz defa, belki bin defa; hem de yıllardan beri duymuştur. Gerek TBMM’de yapılan konuşmalar, gerekse TV tartışmalarında “AİHM kararları bizi bağlar” denilmiş ve zaten yürürlükteki kanunlarda da böyle yazıyor. Buna rağmen son zamanlarda AİHM’in aldığı kararlar idarecilerin arzuları istikametin olmayınca “Bu kararlar bizi bağlamaz” demeye başladılar. Muhterem idarecilere sormak icap etmez mi: Yıllardan beri ‘bizi bağlar’ dediğiniz kararlar, ne oldu da şimdi sizi bağlamasın? Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi kararları için de önce haklı olarak “Herkesi bağlar” diyenler, beğenmedikleri kararlar için de “Bizi bağlamaz” demeye başlamışlardı. Bu kadar çelişki bir idare için fazla değil mi?
Neyse ki adaletin tecelli etmesinden sorumlu olanlar “Anayasa Mahkemesi kararı bağlayıcıdır, karara uyulması hukukun gereğidir” tesbitini yapmaya başladılar. Doğru olan da budur. Elbette her mahkeme gibi AİHM ya da AYM yanlış ve hatalı kararlar verebilir ve bunlara da itiraz haktır. Meselâ, bu mahkemeler değişik yıllarda başörtüsü aleyhinde kararlar da vermiştir. Bu kararlar ‘bağlayıcı’ olur, ama aynı zamanda yanlış olduğu için itiraz edilip ‘doğru kararlar’ çıkması için yine hukuk yollarına müracaat edilir. Nitekim geçmişte alınan ‘yanlış karar’lara itiraz edildi ve hukuk yolu ile aynı mahkemeler tarafından yanlış kararlar düzeltildiği oldu.
Herkesin bildiği konularda yanlış yolları tercih etmek Türkiye’ye ve millete yapılan büyük bir haksızlık değil mi? Ülkemiz, hak etmediği bu tartışmalarla vakit ve imkân kaybetmiş olmuyor mu? Hukuk ve adalet sahasında yapılan yanlışlar ekonomiyi de etkilemedi mi?
Ehil olanların beyan ve ifadelerine göre “Yabancı yatırımcılar” sırf bu yüzden başka ülkeleri tercih etmiyor mu?
Türkiye mutlaka hak, hukuk ve adalet yolunu tercih etmelidir. Elbette idareciler de sözleriyle bunu ifade ediyor, ama onlardan söz değil icraat beklenir vesselâm.