Türkiye’nin yakın tarihi ‘isim ve resimlerin değişmesiyle hakikatin değişmeyeceğine’ çok sayıda örneklerle doludur.
Yüz yıl önce cumhuriyet ilan edilmiş, ancak bu durum ‘domokrasi ve adalet’le taçlandırılmadığından millet huzura kavuşamamıştır.
İsim ve resimler başka şeyler göstermiş olsa da gerçekler bize şunu gösteriyor ki cumhuriyetin ilanından 1950 yılına kadar geçer sürede ‘tek parti’ iktidarı hükmetmiş ve bu süre zarfında hak, hukuk ve adalet tecelli etmemiştir. Bir defa, ‘tek parti’nin olduğu bir idarede ‘adalet’den ne ölçüde bahsedilebilir? Hem ‘Adalet mülkün temeli’ ise ve ‘tek parti idaresinde’ bu temel olmadığına göre ‘millet menfaati’nden bahsetmek mümkün mü?
Bir idare şekline cumhuriyet ya da demokrasi adını vermekle onun gerçekleşmesi mümkün olmaz. Çin ya da Rusya da cumhuriyet idaresiyle idare olunduğunu ilan etmiş durumda. Peki bu ülkelerde yaşayanlar ‘hak, hukuk ve adalet’ noktasında ‘hür dünya ülkeleri’nde yaşayan insanların sahip olduğu haklara sahip mi? Demek ki ülkelerin isimleri onların cumhuriyet ya da demokrasi ile idare edildiğine tek başlarına delil olamaz.
Türkiye’yi idare edenlerin ekseriyetle görmek istemediği bir başka nokta da, çok partili hayata geçmiş olsak da ‘devlet ve millet kaynaşması’nın henüz temin edilemediğidir. Bu temin edilemediği için de sıkıntıları aşmak mümkün olmuyor.
Cumhuriyet idaresinin demokrasi ile taçlanması gerektiğini pek çok kişi yıllardan beri dile getiriyor. Acaba idareci ve siyasetçilerin, cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırma gayreti niçin yeterli olmuyor? Demokrasi ile idare edilmek milletin menfaatine olduğuna göre, idareciler bu ‘hak’kı millete niçin çok görüyorlar?
Siyaset Bilimci Fuat Keyman’ın şu tespiti idareciler için ciddi bir ikaz olmalı: “(Ülkemizdeki demokrasi eksikliği konusu) Bu eksiklikte, 1960’dan 2016’ya yaşadığımız darbelerin ve müdahalelerin önemli rolü oldu. Ama 2014’den bugüne yaşadığımız denge ve denetleme sistemini sevmeyen, yürütme aygıtını çok güçlendiren, yargı ve yönetim kurumlarını siyasallaştıran, demokrasiden otoriterleşmeye sapma tercihiyle seçilmiş iktidar da demokrasi eksiği sorununu derinleştirdi.”
Önceki idarecileri ‘milletten kopuk’ olmakla itham eden şimdiki idarecilerin “denge ve denetleme sistemini sevmeyen, yürütme aygıtını çok güçlendiren, yargı ve yönetim kurumlarını siyasallaştıran, demokrasiden otoriterleşmeye sapma tercihiyle” etkilenmesi çok dikkat çekici değil mi? İdarecilerin bu ‘etiket’e itiraz etme düşünceleri var mı?
“Demokrasiden otoriterleşmeye sapma tercihiyle” tanınan bir idarenin Türkiye’yi demokrasi ile taçlandırması ne yazık ki mümkün görünmüyor.
İsim ve resimler bir yana, gerçekler bir yana vesselam.